16 Ağustos 2012 Perşembe

Yandex ile Yola Çıkmak...

Geçen hafta üniversite hazırlıktan bir arkadaşımla buluştum.

Birkaç senedir sadece mail telefon kanalıyla görüşebiliyorduk.

Zaten okuldan sonra onlar eşiyle beraber uzun yıllar Silikon Vadisi merkezli yaşadılar, çocuklar okul çağına gelince Türkiye'ye döndüler.

Ben bir teknoloji özürlüsü olarak, onlardan belki birkaç şey kaparım diye düşünmüştüm ki, son derece haklıymışım. Evleri Boğaz tarafında, onlardan kalkıp da Anadolu yakasına geçeceğim için, mecburen Fatih Sultan Mehmet Köprüsü filan, trafik bilgilendirmesi şart olmuştu.

Benim hala anneannemin margarinini ve İBB nin Trafik modülünü kullanan demode bir kadın olduğum gerçeği onların yanında kafamda net olarak oturdu.

Arkadaşımın eşi "Yandex trafik modülü daha detaylı, ana arterleri değil, tüm trafiği veriyor." dedi.

"Hımmmm" oldum.

Zira arama motoru olarak bile Yandex kullanmaya alışkın olmayan ben, Yandex'in trafik modülü olduğundan haberdar dahi değildim.

Öncelikle şunu söyleyeyim, bu servisten anlaşmalı taksi durakları ve cep telefonu sinyalleri sayesinde gerçekten sadece TEM ve E5 bazlı değil, ara sokaklara kadar trafik bilgisi alabiliyorsunuz.

Bence bu çok büyük bir devlet.

Ama  beni direk dumur eden başka bir konu oldu. Cep telefonuma mobil Yandex trafik aplikasyonu indirdim ve doğal olarak alet benim evimin yerini hemen buldu.

Anaaaaa..

Resimde direk bizim evin kapısı vardı.

Vallahi de korktum ve tırstım. Yani şunu diyebilirim ki, Google Earth daha çok tetris ile  Angry Birds oyunları arasındaki teknoloji farkını çağrıştırıyor ..

Ekledikleri panaroma özelliği ile İstanbul, Ankara ve İzmir'de şehri sokak sokak gezebiliyorsunuz. Yani öyle tepeden bakış filan değil, bildiğin sokak sokak.




Üstelik o kadar güncel ki, evlerinin resimlerini görenler, internette denk geldim, resimlerin maksimum Temmuz 2011 civarında çekilmiş olduğunda hemfikirler.

Herkese önerim şudur: Karşınızdaki apartman ya da ev, evinize uzak olabilir, dışarıdan nasıl olsa görünmem diyor olabilirsiniz, tüm bunlardan hemen vazgeçin. Perdelerinizi sıkı sıkı kapatın, birisi yol arar ya da İstanbul sokaklarında sanal gezinti yaparken sizin evdeki her halinizi şak diye görebilir. Benden söylemesi..

Diğer bir konu da şu :

Cep telefonlarınızda konum belirleme opsiyonunu kapalı tutun bence.

Maazallah, İşler Güçler'deki Sadi'nin Hale'si gibi size kafayı takan biri varsa, evinizle, sizinle ilgili tüm stratejik noktaları görebilir, sizinle ilgili hain planlar kurabilir.

Teknoloji iyi bir şey mi kötü bir şey mi, sonuç olarak ben bir türlü karar veremiyorum..



14 Ağustos 2012 Salı

Operasyon Başarıyla Tamamlanmıştır..Bölüm 2


Önceki yazıda köydeki kanadı kırık leylekle ilgili İl merkezi Orman Su Müdürlüğünü aradım noktada kalmıştık.

Arayan tanımadığım bir cep telefonu numarasıydı.  Açtım, adımı söylediler, benim dedim.

Orman ve Su müdürlüğünden  bir görevliymiş, köye kadar gelmiş, leyleğin yerini bulmam konusunda benden yardım istiyormuş.

Hemen dışarı çıktım, görevliyle buluştuk, leyleğin bulunduğu yere gittik.

Ama yerinde yoktu. Leğenin yanına bu arada leylek yesin  diye kurumuş fosil olmuş kurbağalar bırakıldığını görerek güldüm.

Sonra kahvede oturan erkeklerden (leyleğin yerini biliyorlar ama, bir yerleri arayıp haber veren, aksiyon alan yok, dikkatinizi çekerim, oturup kahvede boş boş sohbet muhabbet daha önemli) leyleğin, köyün alt tarafında hayvanların su içtiği yalakların oraya gittiğini öğrendik.

Gelen görevli arazi tipi araçla gelmişti.

Doğruca oraya gittik, giderken kayınpederime de cep telefonundan haber verdim, o da hemen geldi bize katıldı. Bir de önceden leyleğe su ve buğday veren yardımsever biri daha..

Hayvancık neredeyse boynuna kadar suya girmişti, belli ki sıcaktan çok bunalmıştı.

Kırık kanadı düşmesin diye birisinin mavi sprey yapıştırıcı ile kanadını yapıştırdığını söylesem bilmem ne dersiniz..(İnsan gerçekten gülsün mü ağlasın mı bilemiyor.)

Neyse, hayvancığı bulduğumuzda kafasını bile kaldıramaz haldeydi, tuttuk görevlinin getirdiği kutuya koyduk.


Görevli şimdi onu baştan il merkezine, eğer yarası ağırsa İstanbul Üniversitesi Veterinerlik fakültesine götüreceklerini ve tedavi edileceğini, muhtemelen bu yıl kışı Türkiye'de  geçireceğini, seneye iyileşince de göç eden diğer arkadaşlarına katılacağını iletti, bana duyarlılığımdan ötürü teşekkür etti ve köyden ayrıldı.

Aradan bir saat filan geçti, telefonum yeniden çaldı.

Arayan aynı numaraydı.

Leylek kardeş il merkezine ulaşmış ve veterinerle buluşmuştu.

Çok fazla susuz ve aç kalmıştı, bu nedenle kafasını kaldıramıyordu. Asıl sorun yarası değildi, söylediklerine göre birkaç günlük tedavi ile uçabilecek hale gelecekti.

Hatta bu sene göç eden leyleklere katılabilecekti.

Çok sevinmiştim.

Bana  yeniden teşekkür ettiler, yolum şehir merkezine düştüğünde mutlaka çay içmeye beklediklerini de söylediler.

Gözlerim dolu dolu oldu.

Bu olay, hayatımın en güzel anılarıyla dolu deftere o anda girmişti bile..

Birkaç gün sonra arayacağım , bakalım bizim genç yolculuğa çıkabilecek hale gelmiş mi??

Not : Tekirdağ Orman Su Müdürlüğünde çalışan görevli arkadaşlara  acil aksiyonlarından dolayı teşekkürü borç bilirim..


13 Ağustos 2012 Pazartesi

Operasyon Başarıyla Tamamlanmıştır..Bölüm 1

Kızlar bu yazı nerdeyse köyde geçirdiğinden ben de işlerimi halledip genellikle perşembe günleri köye gittim onların yanına..

Perşembe sabahı eşimle yolda giderken havada gölge gölge leylek vardı.

Zamanlarının geldiğini anlayan leylekler sıcak memleketlere doğru yola çıkmışlardı bile..

Köye vardığımızda bir gece önce 15-20 dakikalığına elektiriklerin kesildiğini, çünkü kuşların elektrik kablolarına çarptığını söyledi kızlar.

Ama ben bu iki olayı o anda birleştiremedim kafamda.

Ertesi sabah kızlar köyde gezerlerken bir ağacın altında kanadı kırıldığı için uçamayan ve öyle oturan bir leylek gördüklerini söylediler.

İki akşam önce leylekler uçarken tellere takılmışlar ve kanatlarını yakmışlar. Hatta bir tanesi hemen ölmüş.

Kanadı yandığından uçamayan leylek orda oturmuş iyileşmeyi bekliyormuş.

Öğlen saatlerinde işlerim bitince leylek aklıma düştü. Bir gidip görmek istedim.
Hala aynı ağacın altında öylece oturuyordu. İnsanlar leyleğin yanına bir leğen su ve buğday filan koymuşlardı.O da tam sıcağın alnında bulunduğundan bunalmış sanırım, leğenin içine girmiş öylece duruyordu.

Yanına yaklaştım, bana şöyle yan gözle baktı ama pek keyfi hali yok gibiydi, yarasını göremedim ama yerinden kıpırdamadığından onun için endişelenmeye başlamıştım.

Ama bir taraftan köyün muhtarı var, bir sürü insan yaşıyor , bak birileri su filan koymuş, kesin arayıp haber vermişlerdir gerekli yerlere diye de içimden geçiriyordum.
Fakat eve doğru geri dönerken, leylek iki gündür orada olduğuna göre kimselerin bişey yapma niyetinde olmadığını idrak ediverdim.

Eve döndüm, 118 lerden birini arayıp İl Çevre Müdürlüğünün numarasını aldım. Bulunduğumuz köy il merkezine 30-35 km uzakta olduğundan bakalım neler olacak diye merak da etmiyor değildim.

Aradım telefon açılmadı, uzun uzun çaldırdım, tam 3 defa..

Sonunda açıldı, durumu anlattım, konuyla Orman ve Su Müdürlüğünün ilgilendiğini söylediler.

Sonra Orman ve Su müdürlüğünü aradım, bir beyefendi çıktı, durumu anlattım, onlara şu ana kadar ihbarda bulunan herhangi biri yoktu.

Dinledi dinledi, bir yerlere bağladı ama ofiste kimse yoktu. Göya herkes sahadaymış.
İhbarımı not etti, ben ilgili yerlere ileteceğim dedi. Ben de konunun takipçisi olacağımı söyledim ve zorla adımı ve telefonumu verdim ve beyefendiden adını ve görevini aldım.

Aradan iki saat geçmeden cep telefonum çaldı.




Hadi bakalım, bir sonraki yazıda devam edelim..



10 Ağustos 2012 Cuma

York Testi ve York Diyeti


Kuzenimin cici eşi 3 hafta önce doğum yaptı. Hamileliğinde de, yaptığı normal doğumda da dayanıklığını ve kahramanlığını bize en iyi şekilde gösteren gelinimizi dün tekrar ziyarete gittim.

Bebekle hayata çoktan alışmıştı, sadece emzirerek besliyordu ve genç adam 3 haftada 1 kilo almıştı.

Performans süper yani..

Ama bir taraftan da baktım ki, kilo vermiş, eski zarif haline de dönmüştü.

Aslında biraz daha geriye gidelim.

Bundan bir iki sene önce bir yakınını  bir test yaptırmak üzere hastaneye götüren kızımız, aynı testi gitmişken ben de yaptırayım demiş ve kendisiyle ilgili 25 senedir bilmediği şeyler öğrenmişti.

Evet testin adı York testi idi, parmaktan alınan kan ile yapılıyordu.



Ve herkesin metabolizmasına göre toleransı ve intoleransı olan besin maddeleri tespit ediliyor ve beslenmenin buna göre düzenlenmesi öngörülüyordu.

York Testi yeni jenerasyon bir Gıda İntoleransı Testi ve York Testi’nin keşfi tıp dünyasında, Röntgen'den MR'a geçiş gibi büyük bir teknolojik adım olarak algılanmakta..

Eski ve yeni jenerasyon testler arasındaki farkın sebebi, York Testi'nin Aktif ve Pasif intoleransı birbirinden ayırtetme tekniği olarak belirtiliyor.. Eski testlerde 40-50 adet gıda intoleransı çıkan raporlar  York Testi’nin pasif intoleransları elemesiyle 2-3 gıdaya indirgenmekte. Yani, York Testi yaptıran hastalar sadece aktif olan intoleranslarını öğrenmekteler.

İşte iki sene önce kızımız anlamış ki, inek sütü ve ürünlerinden, mayalı yiyeceklerden ve glutenden kesinlikle uzak durmalıymış. Çünkü vücudu bu besinleri tolere edemiyormuş.

O zamandan beri bu besin maddelerinden uzak duruyordu. Mide sıkıntılarını, el ayak şişmelerini ve en önemlisi fazla kilolarını bu diyet sayesinde kaybetmişti.

Hamileyken, bebeğin beslenmesi eksik kalabilir kaygısıyla, normal beslenme sistemine geri dönmüştü. Aslında doktorlar hamileyken de devam edebileceğini söyledi ama o risk almak istemedi. Ancak artık doğum yaptığı için, doktorların da icazetiyle keçi sütü içerek, mayalı besinleri yeniden hayatından çıkararak ve glutenden  uzak durarak hayatına devam ediyor.

Düşünsenize bulgur yemiyor, gluten var diye..
Makarna yemiyor, mayalı hamurdan diye.
Dondurma yemiyor, inek sütü var diye..

Sebze, et, meyve , keçi sütü, keçi peyniri ve pirinç ile hayatına devam ediyor.
Bebek gayet iyi besleniyor. O da midesindeki problemlerden kurtulmuş olmanın hafifliğiyle çok mutlu..Üstelik doğumdan beri 11 kilo vermiş durumda..

Bu arada gıda İntoleransı şu hastalıklara yol açabiliyormuş:

- Şişmanlık, 
- Migren, 
- Akne, 
- Nedeni bilinmeyen ödem, 
- Gaz, şişkinlik,kabızlık
- Kronik yorgunluk, 
- Cilt problemleri (örn. sivilceler, kaşıntı nörodermatit, kronik egzema vs.), 
- Romatizmal hastalıklar, 
- Astım, 
- İshal , 
- Mide krampları, 
- Depresyon, 
- Uyku bozuklukları, 
- Kronik Farenjit, 
- Sürekli nezle olma, 
- Ağızda yaralar, 
- Sedef hastalığı, 

YORK Testi'ni uygulamış olan 2500 hasta arasında yapılan ankette şu sonuçlar alınmış:

Hastaların;
  • %90'ı, kendi pozitif deneyimlerine dayanarak YORK Testi'ni herkese tavsiye ettiklerini...
  • %72'si, bu test sonucunda sağlık durumlarının büyük ölçüde düzeldiğini...
  • %78'i, sorunlu olarak teşhis edilmiş gıdaları zamanla tekrar beslenme planlarına dahil ettikleri zaman düzelmiş olan semptomların %90'ının tekrar geri geldiğini
belirtmişler.

Aslında ben de bu testten yaptırayım diyorum ama en sevdiğim besinlerden birine intoleransım çıkacak ve bir daha yiyemeyeceğim diye ödüm patlıyor..

Yok, yok ben biraz daha düşüneyim..

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Gelibolu Mevlevi Tatlısı ve Yılın Girişimcisi..


Geçen yazıda Kastamonu taş baskıdan bahsetmiş ve bundan başka size başka bir kadın girişimci örneği vereceğimi söyleyerek yazımı bitirmiştim.

Sofra Bezi genellikle 160X160 ya da 180X180 ölçülerinde (her ne kadar önceleri Kastamonu dokumalarına yapılsa da günümüzde kaputbezi ya da Amerikan bezi denilen) yıkanmamış kumaşlara; baskıyla yapılmaktaymış. Taş Baskı işleminde, öncelikle kök boya karışımları ile birlikte içerisine farklı karışımlar eklenen ağaçtan yapılmış teknelere boyalar hazırlanıyormuş. Masa üzerine serilmiş keçenin üzerine önceden yıkanmamış örtü düz bir şekilde seriliyormuş. 

Bu örtüye 15 - 25 cm’lik genellikle ıhlamur ağacından yapılan kalıplardan 4 - 5 farklı çeşitle kullanılarak baskı işlemi gerçekleşiyormuş. Baskı işlemi öncelikle açık yeşil olup kurudukça siyahlaşıyormuş. Siyahlaşan ve kuruduğundan emin olunan örtü bir iki gün sonra yıkanıyormuş. Kenarlarının dikiş işlemleri tamamlandıktan sonra kullanılmaya hazır duruma geliyormuş..

Atiye Laçin de bu kadınlardan biri. Gelibolu'da unutulmuş Gelibolu Mevlevi tatlısı reçetelerinden tatlıyı yeniden yaratmış.





18 Mart Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü hazırladığı bu gelenekel tatlının “gluten” içermediği tespitini yaparak tatlıya ilk desteği vermiş.. 

Markalaşma yolunda ilerleyen LAÇİN, İbrahim BODUR Girişimcilik Merkezi tarafından girişimcilik ve pazarlama desteği almış. 2005 yılı aynı zamanda Dünya Şirketler Grubu tarafında Çanakkale’de ili yılın başarılı iş kadını olarak seçilmiş. Ama onun başarı öyküleri arasında en nadide yeri 2006 yılında Anadolu Hayat’ın açtığı, Türkiye’nin pek çok köşesinden başarı hikayelerinin seçkin bir jürinin önüne çıktığı “Başarı Öyküleri” yarışmasında aldığı Türkiye birinciliği olmuş. 

2006 yılında Garanti Bankası A.Ş. ve Kagider işbirliği ile düzenlenen temel girişimcilik ve eğitim desteği; 2007-2008 yıllarında Altıneller Festivallerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı desteği; 2008 yılında Çanakkale Türk Kadınlar Birliği tarafından “örnek kadın girişimciliği” ünvanını referans hanesine yazdırmayı başmış.
2009-2010 yıllarında Konya Şeb-i Arus törenlerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklendiğinde, Gelibolu Mevlevihanesi’nin adını da duyurmuş. Halen de KOSGEB ( Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı ) tarafından destekleniyormuş.

Umarım bu kadın girişimciler bende yarattığı  gibi sizde de heyecan yaratıyordur.

Hepinizi ve kendimi fikir üretmek için tavana gözlerimizi dikip düşünmeye davet ediyorum.

Not :Yazımda 
http://www.tdtkb.org/content/kastamonu-ta%C5%9F-bask%C4%B1-sofra-sini-bezi-bask%C4%B1s%C4%B1 
faydalandım.Teşekkürü borç bilirim..

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Kastamonu Taş Baskısı ve KOSGEB

Biliyorsunuz son yazımda KOSGEB girişimci kursundan ve bu kursa giden vizyon sahibi insanlardan bahsetmiştim.

Bu sabah, tam da konunun üzerine gözüme  bir haber ilişti.

İş gereği Tokat'a gittikçe, taş baskıdan yapılan masa örtülerini görüp görüp anneme kendime alırdım.

Ancak bu sanatın yok olmakta olduğunu, insanların bu örtüleri kullanmak yerine "dertsiz " tabir edilen saçma naylon masa örtülerini kullandığını duymuş ve üzülmüştüm.

Zaten yerde yemek yiyen pek kalmadığından yer sofası ihtiyacı da ortadan kalkmıştı. Asıl orijini Kastamonu olan Kastamonu Sofra Bezi Baskısı da denilen “Kastamonu Taş Baskı” geçmişten günümüze süregelen Kastamonu El Sanatları içerisinde önemli bir yer teşkil etmiş. Sofra Bezi’ne halk arasında Sini Bezi de denmekte..

Sofra Bezi diğer Kastamonu dokumacılığıyla aynı tarihlere rastladığından ilk yapımı tam olarak bilinmese de; 17. yüzyılda Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde Kastamonu Kumaşları ve Bakır Eşyalarının meşhur olduğundan bahsetmesiyle Sofra Bezi tarihine de ışık tutmuş..


O zamanlar ulaşımın ve tanıtımın kolay olmamasıyla Sofra Bezi dokumacılığı ve baskısı yerelde kalmış şehir dışına açılamamış. 1800’lü yılların son çeyreğinden itibaren uzun yıllar Kastamonu (Merkez), Daday ve Devrekâni İlçelerimizde yapılmaya devam eden Kastamonu Sofra Bezi baskısı 19. yüzyıla girerken yavaşlamış. Birçok, işin erbabı farklı alanlarda geçimini kazanmaya yönelirken, Kastamonu’da bulunan Ermeni ve Rum asıllı yurttaşlarımız yaklaşık 50 yıl bu baskı sanatını devam ettirmişler…

3-4 yıl öncesine kadar evlerde küçük atölyelerde yapılan taş baskının Kastamonu'daki kaderi Nagihan Şimşir ve Şahinaz Kurtoğlu’nun İŞKUR’un meslek edindirme kurslarına katılmalarıyla değişmiş. Yani benim de gittiğim ve geçen hafta sertifika hakkı kazandığım kurs bu..

KOSGEB desteği ile küçük bir atölye açan Nagihan Şimşir ve Şahinaz Kurtoğlu, taş baskıya yeniden hem hayat vermişler, hem de İsmail Bey Cami karşısında bulunan eski hamamda kurdukları atölyede mahalle kadınlarına iş olanağı yaratmışlar.

Çok standart olarak Şahinaz Kurtoğlu, taş baskıya başlarken çevrelerinden "Siz bu işi yapamazsınız." diye eleştiri almış. Çünkü ne yazık ki halkımızda moral bozma, meyve veren ağacı taşlama, kıskançlık ve tembellik duyguları çok ön planda..

Bir sonraki yazıda devam edelim..Çünkü taş baskı dışında size bir örnek daha anlatacağım..

Not : Yazımda 
http://www.tdtkb.org/content/kastamonu-ta%C5%9F-bask%C4%B1-sofra-sini-bezi-bask%C4%B1s%C4%B1
sitesinden faydalandım.Teşekkürü borç bilirim..


4 Ağustos 2012 Cumartesi

Girişimci Mi? Memur Mu??

Biliyorsunuz bir ay önce işten ayrıldım. İlk 15 gün Datça, tatil falan derken geçiverdi, ama dönünce baktım ki yumurta kapıda.

Artık aksiyon zamanıdır, harekete geçme zamanıdır.


Öncelikli hedefim, yıllardan beri kalbimdeki arzu, 17 küsür senedir yaptığım gibi tam zamanlı ve maaşlı bir iş yapmak değil, çalışma hayatımın, yaşadıklarımın  birikimini, tecrübesini kullanarak yeni katma değer yaratmak. Başarabilecek miyim bilmiyorum, ama en azından denemezsem, gözüm açık gidecekmişim gibi geliyor. Ama diğer taraftan biriktirdiklerimi yazarak size  aktardığım gibi, mesela eğitmen olarak yüzyüze aktarma fikri de cazip geliyor.


İş fikri var mı derseniz, hala tam olarak yok, havada birşeyler uçuşuyor ancak kesinleşen bir fikir yok, ama olması için elden gelen yapılıyor.


Farkettim ki benim ve benim gibi bir çoğumuzun gerçeği şu:


İyi bir kurumsal firmada, oturmuş düzende belirlenmiş standartlarla çalışmaya alışmışız bir kere..Garantici çalışma anlayışı..


Bu çalışma sistemi , sizin kişisel özelliklerinizin, becerilerimizin, aklınızın baskalarından daha iyi ya da daha farklı olmasına gerek duymaz.  Zaten hepimiz yaşamışızdır, kurumsal hayatta hiçbirimizin yeri dolmaz değildir, bizim yerimize hemen yeni biri gelir ve çark daha yavaş ya da daha hızlı, ama bir sekilde  dönmeye devam eder.


Bizler, yani hep kurumsal firmalarda çalışanlar, düzeni en iyi sekilde devam ettirmeyi biliriz ama düzen oturtmaktan, yeni düzen kurmaktan  hiçbir şekilde haberimiz yoktur. Bu durum, evde böreğin içini kendin hazırlayıp, hamur yoğurup, yufka  açıp  börek haline getirmekte, marketteki donmuş gıda standından hazır börek alıp evde direk fırına atmak arasındaki fark gibidir.



Ben anladım ki benim önce üzerime yapışan şu kurumsal kimlikten, yani kolaycılıktan kurtulmam lazım. Bir de yıllardan beri farketmeden gözlerime takmış olduğum at gözlüklerinden.

Peki tüm bunları nasıl mı anladım?
Beş haftadır devam ettigim ve bu hafta bitirerek sertifika almaya hak kazandıgım KOSGEB Girişimcilik Kursu' ndan...






O uzun memuriyet hayatında sanki tüm yaratıcılığımı, tüm vizyonumu, tüm geniş bakış açımı, her şeyi yitirmişim gibi geldi birden. Kalıplarla düşünmeye başlamışım, biraz da korkak ve çekimser olmuşum.

Kurstaki sınıf arkadaşlarımın büyük çoğunluğu benden genç, çoğunun hem tecrübeleri hem eğitimleri  benim çok altımda..



Ama medeni cesaretleri, kararlılıkları, ve aslında en önemlisi üretici olma arzuları, benden çok öte.. Bu nedenle kendimi o sınıfta ilk günler oldukça ezik hissettim.


Tabii ki girişimci olup risk almak veya garantici olup memur olmak kişisel bir seçimdir.


Buna kimse karışamaz ve kimse bir şey de diyemez.
Ben konuyla ilgili ancak şunu söyleyebilirim.


Eğer seçimimiz bir yerde memur olmaksa, çalıştığımız kurumlarda kişiliğimizi kalıplaştırmak , dünyaya sadece kurumumuzun gözüyle bakmak, yaratıcılığımızı ve farklı bakış açılarımızı kaybetmek yerine yaşananları kazanım olarak değerlendirmek ve kendimizi, yaratıcılığımızı ve vizyonumuzu geliştirmek lazım.


Ama yine de bize düşen işin kolayına kaçmadan katma değer yaratmaktır zannımca..


Ne dersiniz?

İlginizi Çekebilir;

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...