15 Mart 2014 Cumartesi

Bir Eksiğiz.. Ahmet Kaya..

Ne deseniz haklısınız, uzun zamandır yazamıyorum.

Yeni hayatıma tam olarak alışamadım henüz.

Hem ev hanımlığı,hem yeni iş, orada düzen oturtmak, üstelik hayatımda ilk defa girişimci olarak, yani her sorumluluk benim üzerimdeyken, biraz zor oldu, Herşeyi daha tam organize edebilmiş değilim.

Bu nedenle çocuklarımı da çok ihmal ediyorum, hele siz okurlarımı en çok.Lütfen affedin.

uzun zamandır TV, radyo, müzik herşeyden uzak kaldım, dün kendime vakit ayıracak kısa zamanımda bir tweet sayesinde haberim oldu size anlatacaklarımdan.

Harun Tekin'in " Beni vur" yorumuna denk geldim önce twitter'da.

Ardından " Bir eksiğiz" albümünden haberim oldu.

Daha sonra albümdeki şarkıları dinledim teker teker.

Çok severim Ahmet Kaya'yı.

Politik ve etnik duruşunu bir yana bırakalım, gerçek bir besteci ve gerçek bir yorumcudur. Bu ülkenin kültürel zenginliklerinden biri olduğunu düşünürüm. 43 yaşında yani benden bir yaş büyükken gitmesine hayıflanırım hep. Bir de kendi hayatıma bakar, onun 43 seneye sığdırdıklarının hiçbirini sığdıramadığıma üzülürüm.

Eşi Gülten Kaya'nın Ahmet Kaya anısına çıkardığı bu albümde 23 sanatçı yer almış.

Şarkı seçimlerine ve yorumlama tarzına hiçbir şekilde karışılmamış. Her sanatçı kendine yakın gelen şarkıları seçmiş ve yorumlamış.

Buna eleştiride bulunanlar var çünkü yorumcuların büyük çoğunluğu rock kökenli ve eleştirenler de şarkıların sözleri eskisiyle aynı olan ama farklı şarkılar olduğunu söylüyorlar.

Ben büyük bölümünü beğendim ama bazılarını gidip Ahmet Kaya'dan bir daha dinleyince insan hakikaten üzülüyor, gözleri doluyor.

2 CD lik çalışmada kimler var derseniz, işte ekte listesi var. Ben Hakan Vreskala'nın Kum Gibi'sine bayıldım. Halil Sezai'nin Başım Belada'sını ilginç buldum. Harun Tekin'in Beni Vur'unu beğenmedim.

Öykü Gürman yılların yorumcusu Yavuz Bingöl'ü Merhaba'da ezmiş geçmiş.

Teoman'ın Acılara Tutunmak yorumu da ne yazık ki Ahmet Kaya'nın çok gerisinde kalmış.


CD 1
Aylin Aslım: İçimde Ölen Biri
Söz & Müzik: Ahmet Kaya
Aynur: Kaçakçı Kurban
Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya
Bajar (Vedat Yıldırım): Cinayet Saati
Söz: Attila İlhan Müzik Ahmet Kaya
Bülent Ortaçgil: Mahur
Söz: Attila İlhan Müzik: Ahmet Kaya
Büyük Ev Ablukada: Katlime Ferman
Söz: Enver Gökçe Müzik Ahmet Kaya
Cem Adrian: Yakamoz
Söz & Müzik: Ahmet Kaya
Gece Yolcuları: Kendine İyi Bak
Söz: Ali Çınar Müzik: Ahmet Kaya
Gripin & Küçük İskender: Ayrılığın Hediyesi
Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya
Hakan Vreskala: Kum Gibi
Söz & Müzik: Ahmet Kaya
Halil Sezai: Başım Belada
Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya
Harun Tekin: Beni Vur
Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya
Hayko Cepkin: Memleket Hasreti
Söz & Müzik: Ahmet Kaya
CD 2
Leman Sam & Ahmet Kaya: Korkarım
Söz: Gülten Kaya Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya
Mehmet Erdem: Hep Sonradan
Söz: Ali Çınar Müzik: Ahmet Kaya
Moğollar: Metris'in Önünde
Söz & Müzik: Ahmet Kaya
Niyazi Koyuncu & Okan Bayülgen: Doruklara Sevdalandım
Söz: Nihat Behram Müzik: Ahmet Kaya
Redd: Sorgucular
Söz & Müzik: Ahmet Kaya
Sezen Aksu: Ağladıkça
Söz: Gülten Kaya Hayaloğlu Müzik: Ara Dinkjian
Şiir: Birhan Keskin
Teoman: Acılara Tutunmak
Söz: Hasan Hüseyin Korkmazgil Müzik Ahmet Kaya
Yaşar Kurt: Kaçak ve Anne
Söz: Yusuf Hayaloğlu Müzik: Ahmet Kaya
Yavuz Bingöl & Öykü Gürman: Merhaba
Söz: A.Hülya Şensoy Müzik: Ahmet Kaya
Zuhal Olcay: Yalan da Olsa
Söz & Müzik: Ahmet Kaya
Ceza & Ahmet Kaya: Yazıtlar / Gayrı Gider Oldum
Söz: Ceza & Enver Gökçe Müzik: Ahmet Kaya



Ne olursa olsun, albümün yeni kuşaklara bu önemli müzik insanını tanıtmaya faydası olacağı kanaatindeyim. Ben keyifle dinledim. Sizlere de tavsiye ederim.

Keşke bu tip değerlerimizi kaybettikten sonra değil yaşarken anlasak.

23 Şubat 2014 Pazar

Simay.. Eylül..

Balayı günleri bitti.

Yaklaşık 1.5 senedir evde keyif yapıyor yılların acısını çıkarıyordum.

Ancak önceki yazıda bahsettim, Şubat başından beri yeniden çalışan bir kadınım.

Artık keyif yapmaya vakit yok.

Evde olduğum dönem, eski yazılarda anlatmıştım, eskiden yapamadığım ve yapmak istediğim çok şeyi yaptım.

Bunlardan biri de yıllarca çalışmaktan, çocuktan dolayı TV seyretmekti.

Çalışırken başkalarından duyduğum popüler dizileri tekrarları oldukça ve yakaladıkça izlemeye çalıştım evde olduğum dönem.

Eylül ayında bir gün annemin evinde ütü yaparken TV yi açıp tesadüfen oynadığı dönemde rekorlar kıran Kuzey Güney dizisine denk geldim.

O günden itibaren hafta içi her gün 11 civarında ekrarın başındaydım, sonuna kadar da elden geldiğince izledim. Hatta öyle oldu ki annem ve teyzem de dizinin müptelası oldular. Hani maç akşamları bir araya gelip çerez yiyen erkek arkadaşlar gibi bir araya gelip Kuzey Güney izlemeye başlamıştık annemlerle.

Dizinin senaryosu uyarlama değildi, konu orjinaldi, oyuncular Kıvanç Tatlıtuğ, Öykü Karayel, Buğra Gülsoy, Mustafa Avkıran, Zerrin Tekindor,Semra Dinçer, Merve Beloğur, Bade İşçil, Hale Soygazi gibi kendini ispatlamış oyuncular vardı ve bu diziyi izlediğimden gerçekten hala çok memnunum ama bugün size anlatmak istediğim başka bir şey.

Kıvanç Tatlıtuğ'un hapisten çıkınca bir gece kulübünde tanıştığı, Kıvanç'ı zengin sandığı için ona yanaşan, kenar mahalle kızı, kötü niyetli, saf görünümlü, entrikacı ve çok güzel Hazar Ergüçlü'den yani Simay'dan bahsedeceğim bugün.




Dizinin başrollerinden birinde oynayan Hazar Ergüçlü yukarıda saydığım çok sağlam oyuncuların yanında hiç ezilmedi, hatta yanısıra bence en iyi oynayanlardan biri oldu.

Dizine başına gelmedik kalmadı, çok zor sahneleri vardı ama hepsinin üstesinden başarıyla geldi.

İlk defa görmüştüm kendisini. Zaten 1992 doğumluymuş. Kıbrıslıymış ve orada tiyatro okumuş. Ama kendisine bu genç yaşında bir Derviş Zaim (Gölgeler ve Suretler) ve Uğur Yücel ( Benim Dünyam ) filmi de kısmet olmuş.

Bugünlerde evde iki ergen olduğundan, mecburen "Med Cezir" ve "Güneşi Beklerken" gibi gençlik dizileri izleniyor.

İşte bunlardan Med Cezir'de Hazar Ergüçlü ile gözgöze geldik geçenlerde.

Burada zengin bir ailenin şımarık kızı rölünde. Barbie gibi giyiniyor, vur patlasın çal oynasın yaşıyor.

Eminim rating, kazandığı ün ve para açısından Kuzey Güney'den çok daha iyi yerlere geldi bu diziyle. Okuduğum kadarıyla Med Cezir ratinglerde açık ara önde. Hatta öyle ki geçenlerde Mardin'e gittiğimizde akşam uğradığımız künefecide çalışan çocuk, Med Cezir izlerken bize servis yapmayı unuttu, size o kadar diyeyim. O akşam dizinin ratinginden emin oldum.

Duydum ki, Elidor'un yeni yüzü olan Serenay Sarıkaya ile beraber Elidor reklamına çıkan Hazar Ergüçlü bu reklamdan 400 bin tl alacakmış, Allah kazancını bol etsin.

Ama ben olsam Kuzey Güney'deki Simay'dan sonra daha bir zirveye oynardım. Bence Med Cezir Eylül karakteri onun için fazla hafif, fazla kolay bir rol olmuş. Çok büyük bir hata ve yol kazası yapmazsa Hazar bence birkaç yıl içinde Türkiye'nin tartışmasız  başrol oyuncusu olacak.

Ne demek istediğimi daha iyi anlamak için mümkünse Simay'ın Barış'ın evinde elleri kolları bağlı ağzı bantlı beklerken ve altına yapmış kurtarılmayı beklerkenki sahnesini izleyin..

9 Şubat 2014 Pazar

B fit..

Uzun zamandır ev hanımı olma keyfini yaşıyorum biliyorsunuz.

Halimden hiç de şikayetçi değildim aslında.

Ama baktım yaş oldu 42, kızlar kendini az çok kurtardı, eşimden çalışmam ile ilgili subliminal mesajlar gelmeye başladı.

Aslında uzun zamandır fırsat kolluyordum. Bir sürü fikir geldi gitti. Üzerinde çalıştım, fizibiltesini yaptım. Bazıları feasible çıktı, benim ruhuma sinmedi, ruhuma sinenler mantıklı çıkmadı, yapmak istediğim işleri yapanlarla konuştum tavsiye etmediler.

Velhasıl kelam, olmadı olmadı.

Bir de annemin hastalığı, taşınma, tadilat girince bu konuya uzun bir ara vermiştim.

***
Kızlar okulda girişimcilik dersi görüyorlar.

Öğretmenler annesi babası iş sahibi olanları sunum yapmak üzere okula çağırdılar birinci dönem.

Benim kızlardan birisi de " Becerip bir iş kurabilseydin sen de sunuma gelirdin." deyince artık alarm zillerinin çaldığını farkettim.

Uzun zamandır aklımda olan ancak bir türlü el atmadığım B fit konseptinden daha iyisini bulamayacağıma  karar verdim.

Aslında kararımda en çok kim etkili oldu derseniz biricik teyzem derim.

Bilinçli bir teyzeniz varsa, 65 yaşına rağmen her hafta yogaya gitmeye ve bundan fayda sağlamaya vakit ayırabiliyor. Bu da aslında herkesin spora vakit ayırabileceği konusunda bana en önemli destek oldu, kendisine buradan teşekkür ediyorum.

Sonunda, şansıma evime çok yakın olan bir  B fit'in sahibi oldum.

Sanki şans ayağıma gelmişti ve geri itmek olmazdı.

Hiç duydunuz mu B fit nedir?

Sadece kadınlara yönelik, 30 dakikalık istasyon çalışmaları yapmanızı sağlayan bir spor sistemidir. İstasyon çalışmaları kendi itme- çekme gücünüzle egzersiz yaptığınız hidrolik ekipmanlar ve üzerinde aerobik yapılan platformlardan oluşur.

Spora çok yatkın olmayanları bile doğru ve etkili bir egzersize yönlendiren bu çalışma, hem formda kalmanızı hem de kardiyovasküler sisteminizi geliştirerek sağlıklı bir yaşam sürmenizi sağlar.

Tüm dünyada uygulanan bu sistemle, vücudun her noktasının 30 dakikada ihtiyacı olan günlük sporu sağlayabileceği kanıtlanmıştır. Bu 30 dakika ile vücudun tüm kasları aerobik ihtiyacınızı karşılayarak çalışır. 

Sağlıklı bir yaşam için gereken böyle bir egzersizdir. Ayrıca 30 dakikalık egzersiz programları arasında en çok kalori yakan program istasyon çalışmalarıdır. Hızlı sonuç verir ve herkesin kendine ayıracak bir 30 dakikası mutlaka vardır!
                        
b-fit;her yaştan ve her gelir grubundan kadının daha sağlıklı ve mutlu yaşaması için hizmet verir. Bunun için Türkiye’nin her yerinde aynı kalitedeki hizmeti en ekonomik şartlarda sunar.
       
Bu yüzden tüm giderler minimum düzeyde tutularak b-fit sistemi oluşturulmuştur.
     
b-fit bünyesindeki makineler aracı firma olmaksızın b-fit için özel yapılır.
      
Makineler görselliktense işlevselliğiyle ön plana çıkar.

İşte tüm bu nedenlerle ben de artık bir B fit sahibiyim.


Hem sporumu yapıyorum, hem birbirinden farklı birçok kadın ile biraraya geliyorum, hayatımızı paylaşıyoruz.

Hem eğleniyoruz, hem beraber aktiviteler yapıyoruz. Yeri geliyor diyetisyenimiz bize sağlıklı beslenmeyi anlatıyor, yeri geliyor psikolog arkadaşımız bize yol gösteriyor.

Evime yakın olduğundan ve harika antrenör arkadaşlarımın desteği sayesinde evime kaçıp çocuklarıma vakit ayırabiliyorum ama anında işimin dükkanımın başında da olabiliyorum.

Yolu Koşuyolu'ndan geçen tüm 15-75 yaş kadın dostlarım..

Dilerseniz gelin bir kahvemizi için, dilerseniz ücretsiz deneme seanslarına katılın.

Haa unutmadan, pilates, zumba, oryantal ve yoga yapmak isteyenler de bizimle beraber aradıklarının çok ötesinde harika vakit geçirecekler..
Unutmayın, herkesin kendine ayıracağı bir 30 dakikası mutlaka vardır.

22 Ocak 2014 Çarşamba

Pazar..2

Önceki yazıda pazarlardan bahsediyorduk ki baktık konu uzadı, devamını bu yazıya bıraktık.

Pazarlarla ilgili diğer önemli bir husus pazarda pazarlık yapabilme olasılığınızın olması.

Misal dün kıvırcık alıyordum, 3 tl lik, 2 tl lik ve 1.5 tl lik marullar vardı. Benden önceki beyefendi 10 tane filan aldı, 3 lüklere 1.5 tl teklif etti. Ben de o zaman ben de 1.5 tl veririm dedim ve 3 tl liklerden aldım gittim.

Genelde denir ki pazara akşam üstü gidin, fiyatlar düşmüş olur. Evet fiyatlar düşer ama, seçilenler seçilir, size eğri büğrü ürünler kalır. (tabi gıda pazarından bahsediyorum. giysi pazarı için ilk argüman geçerlidir.) 

Biz çocukken pazarda seçmece yok derlerdi. Ama şimdi her pazarda alacağınız ürünü seçmenize izin veriyorlar.Seçmeye izin vermeyen tezgahtan almayın zaten. Bir tek o tezgah yok ya.

Pazar girişinde ilk tezgahlar da diğerlerine göre daha pahalı olur unutmayın.

Eskiden pazardan her şeyi kiloyla almak gerekirdi. Artık 10 biber, 1 nar vb gibi alışveriş yapılabiliniyor. Hala yapılmadığını düşünerek yanılmayın marketlere mahkum olmayın.

Eğer devamlı aynı semt pazarına gitme şansınız varsa sabit tanıdık birkaç esnaf edinmekte fayda var. Böylece sizin farkedemediğiniz bayat ürünleri tanıdık esnaf zaten size vermeyecektir.

Daha önce Ataköy'de otururken Ataköy'de pazar yoktu. Pazar günleri oldukça uzak olan Şirinevler pazarına gitmek gerekiyordu ve kitap dahi vardı bu pazarda. Eşimle hem başbaşa yürüyüş yapma hem de alışveriş olarak değerlendirirdik pazar günlerini.


Burada ise çevrem pazar açısından zengin. Pazartesi günü Bağlarbaşı pazarına Beykoz'dan süt dahi geldiğini duydum. Bir gün de orayı deneyeceğim.

Hep gıda pazarından bahsettim. Geçen hafta gittiğim üçüncü pazar ise Üsküdar'da kurulan büyük pazardı. Buradan gıda almadım, ancak diğer aradıklarımın hepsini buldum. Fermuar bile vardı size öyle diyeyim. Çantacılar, iç çamaşırcılar, kıyafet satanlar, nevresim, havlu , herşey vardı. İnsan ürün çeşitliliğini ve fiyatları görünce kendini dışarıda kazıklanmış hissediyor.



Gıda dışı pazarlar konusunda Kadıköy Salı-Cuma pazarı, Ulus Pazarı, Bakırköy, Beşiktaş, Bahçeşehir Pazartürk gibi pazarlar oldukça ünlü. Bazı ünlü markaların serisonlarını dahi bulabiliyor ve kredi kartı ile ödeme yapabiliyorsunuz.

Çocukluğu Mustafakemalpaşa'da geçmiş biri olarak belki her hafta köylerden taze sebze getiren teyzelerden birşeyler almaya alışmışım, manda yoğurdunu, peyniri.. Bu nedenle kasabalı yanım hep bir yerden ortaya çıkıveriyor işte.

Evet tabii ki vakit nakittir. Vaktiniz yoksa marketlere mahkumsunuz, ama vaktiniz varsa kırın zincirlerinizi.

Alın malzemelerinizi, yapın lahana turşunuzu, yazın yapın salçanızı, dün kopmuş biberden yapın dolmanızı.

İnanın hoşunuza gidecek, bir daha marketlere giderken bir daha düşüneceksiniz.

Keseniz bereketli sofranız lezzetli olsun.

20 Ocak 2014 Pazartesi

Pazar..1

Çalışan kadın olmanın hele de uzun saatler çalışan bir kadın olmanın dezavantajlarından biri evinizle çok fazla ilgilenemiyor olmanızdır.

Ya alelacele bişeyler hazırlarsınız ya da evde yardımcınız varsa işleri o yapar.

Yapılacak yemekleri dahi aslında o belirler. Evde soğan var mı, brokoli bayatladı mı, yumurtalar kaç günlük herşeyi onlar bilir.

Siz sadece haftasonu binlerce işin arasına bir de market alışverişini sıkıştırırsınız, aldıklarınızı buzdolabına koyarsınız o kadar.

Ben bir süredir evde olduğumdan bu konuda da gerçek bir ev kadını gibi mutfak alışverişimi yapabiliyor ve yemeklerimi de kendim pişiriyorum.

Geçen hafta şöyle bir baktım da bir hafta boyunca tam üç defa pazara gitmişim.

Baktım ki pazarlara bu kadar vakit harcıyorum üstelik seviyorum da, bugün de bu konuyu paylaşalım istedim.

İki çocuklu bir kedili beş kişilik bir aileyiz.

Her gün sabah kahvaltısı ailecek yapılıyor. öğlen eşim işte, çocuklar okulda, evde bir tek ben yemek yiyorum. Akşam üstü kızlar okuldan gelince birşeyler atıştırıyor, akşam da ailecek akşam yemeği yeniyor.

Bu tempo için evde her gün yemek pişmesi gerekiyor. Ayrıca kahvaltılık peynir zeytin yeşilllik, akşam için de sebze ya da ana yemek, çorba, karbonhidratlı birşeyler hazırlanıyor. Haa yoğurdumu da artık kendim yapıyorum, belirteyim.

Bu nedenle pazardan peynir, zeytin, tereyağ, her hafta birkaç çeşit sebze, birkaç çeşit meyve, bazen balık, birkaç çeşit kuruyemiş, salatalık malzeme alınıyor.

Tüm bunları marketlerden de alabiliyorsunuz tabii ki ama bende sanırım bir takıntı var.

O da marketteki sebze meyve daha taze olsa bile pazardakinin daha taze olacağı yönündeki saplantım.

Evimizin yakınında 2 farklı günde kurulan pazar var. Biri hafta içi diğeri hafta sonu kuruluyor.

İşte şimdi can alıcı noktalardan birine geldik.

Hafta sonu pazarı hafta içi pazarından daha pahalı oluyor. Sanırım bunda çalışanların hafta sonu gelebileceği ve çalışanların harcama gücünün daha yüksek olacağından hareketle fiyatların yüksek tutulmasının etkisi var.




Sonuç olarak eğer pazar alışverişi yapmak istiyorsanız hafta içi kurulan bir pazara gitmenizde fayda var. Ben geçen sene Balkan gezimizde Ohrid'te bile pazara gidip kepekli pirinç almış bir insanım size o kadar diyeyim.


Haa, bu arada nerdeyse her pazar marketlere göre yaklaşık %30-40 ucuz oluyor. Semtlerin sosyoekonomik durumlarına göre pazar fiyatlarının seviyesi de değişiyor. Yani bir yere giderken normalde yaşamadığınız ve sosyo ekonomik durumunu bildiğiniz bir mahallenin pazarının yanından geçiyorsanız, sağa çekin ve alışveriş yapın. Gözleriniz açık kalacak.

Konu zengin. Dilerseniz sonraki yazıda devam edelim..

15 Ocak 2014 Çarşamba

Kızlar, Üzülmeyin, Belki Sevgiliniz Daha Doğmamıştır..

Hep derler ki, her ilişkinin kendi içinde bir dinamiği vardır.

Kimi güzel sever kimi çirkin, kimi zayıf sever kimi şişman, kimi sarışın sever kimi esmer, kimi kıllı sever kimi janti.

Bence aşkın  ne formülü vardır, ne de denklemi.

Herşey kendiliğinden oluverir, birini beğenirsiniz ve o size dünyadaki herkesten farklı gelir.

Yani  doğal ilişkilerden bahsedersek aşklar aşağı yukarı hep böyledir.

Bir de önceden formülü belirlenmiş ilişkiler vardır.

Zengin olacak, güzel olacak, yakışıklı olacak, kadınsa genç olacak, işi iyi olacak, evi olacak, arabası olacak, sarışın olacak, erkekse esmer olacak, vb vb vb

Ben bugün size  her iki grubun dışında kalan diğer bir gruptan bahsetmek istiyorum.

Aslında iki kişi arasındaki ilişki kimseyi ilgilendirmez ama nedense genç kadın yaşlı erkek ilişkileri kanıksanmıştır da, genç erkek yaşlı kadın ilişkilerini herkes yadırgar.Hep denir ki erkek kadından mutlaka yaşlı olmalıdır. Erkekler geç olgunlaşır, ancak zamanla denk gelirler.Kadınlar evlenip doğurunca iyice çöker, eğer kocasıyla aynı yaşta olursa kocasının yanında yaşlı görünür.

Bir de çok çocuk doğurması beklenen bir kadında kocasından çok çok geç olması beklenir.

Oysa Sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed (S.A.V) de kendinden yaşlı olan Hz Hatice'ye belki de eşleri arasında en fazla muhabbeti beslemiştir ama biz toplum olarak  böyle çiftleri yadırgarız, yargılarız.

Uma Thurman Prime filminde kendinden 14 yaş küçük olan üstelik de 
terapistinin oğlu olan David 'e yaşını sorar.

Öğrenince de tepkisi şu olur:

-Senden daha yaşlı tişörtlerim var benim(!)

Aslında genç erkek daha olgun kadın modası çok yeni bir durum değil.

Zamanında Elizabeth Taylor ile Larry Fortensky arasındaki 20, Tina Turner ile Erwin Bach arasındaki 16, Susan Sarandon ile Tim Robbins arasındaki 12 yaş farkı oldukça konuşulmuş.

Ama son yıllarda Demi Moore, Asthon Kutcher arasındaki 15 yaş farklık ilişki sanırım tüm bu ilişkiler arasında en çok tartışılanıydı.

Yurtdışında geçtiğimiz yıllarda 40 ila 69 yaş aralığındaki 3,500 kadın ile yapılan bir araştırmada, kadınların yüzde 34’ünün kendinden 10 veya daha fazla yaşta genç olan erkeklerle ilişki yaşadığı ortaya çıkmış. 

Uzmanlar bu duruma toplumsal açıdan baktıklarında kadınların son yıllardaki toplum içindeki yerlerinin güçlenmesi, kariyer ve yaşam tarzı belirleme konusunda daha özgür olmaları, kendilerine olan güvenlerinin artması gibi nedenlerle, kendilerinden genç yaştaki erkekleri tercih etme konusunda da özgür hissetmelerinin neden olduğunu belirtiyorlar. 

Uzmanlar aynı zamanda belli bir yaşı geçip, belli deneyimleri yaşadıktan sonra kadınların kontrol altında tutulmaktan ziyade daha özgür olabilecekleri ve daha fazla eğlenebilecekleri ilişkiler yaşamak istediklerini söylüyorlar. 


Dünyada kadının yaşının daha fazla olduğu ilişkilere çok fazla ünlü örneği verebiliyoruz.



  • Victoria Beckham, David Beckham’dan 1 yaş büyük
  • Meg Ryan, Craig Bierko’dan 2 yaş büyüktü
  • Melanie Griffith, Antonio Banderas’tan 3 yaş büyük
  • Pamela Anderson, Kid Rock’tan 4 yaş büyük
  • Gwyneth Paltrow, Chris Martin’den 5 yaş büyük
  • Drew Barrymore, Fabrizio Moretti’den 6 yaş büyüktü
  • Kylie Minogue, James Gooding’den ’dan 7 yaş büyük
  • Halle Berry, Gabriel Aubry’den 9 yaş büyüktü
  • Mariah Carey, Nik Cannon’dan 12 yaş büyük
  • Demi Moore, Ashton Kutcher’dan 15 yaş büyük
  • Madonna, Jesus Luz’dan 26 yaş büyük

Peki ya ülkemizde nedir durum?

Zaten bu yazıyı kaleme alırken ilham kaynağım Ebru Gündeş-Reza Zerrab çifti oldu.

Son günlerin popüler (!) çifti Ebru Gündeş- Reza Zerrab. Ebru Gündeş her ne kadar bu yola kocasıyla beraber çıktığını söylese de , çocuğumun babasıdır, ben hep yanındayım dese de, kendinden 10 yaş küçük kocası Reza Zerrab'ın Türkiye'nin en güçlü seslerinden biri olan, kendine has bir duruşu olan, ve ayrıca da çok güzel olan çocuğunun annesi Ebru Gündeş'i aldatmaktan çekinmedi.



Öte yandan kısa sürede biten Meltem Cumbul - Alican Özbaş (14 yaş) evliliğine karşın, Demet Akalın- Okan Kurt (10 yaş) ve Pınar Altuğ- Yağmur Atacan (10 yaş) evlilikleri yıllardır mutlu bir biçimde sürmekte.

Yazımı twitter'da görüp çok güldüğüm bir tweet ile bitirmek istiyorum.

"Madonna 55 sevgilisi 22 yaşında
Jennifer lopez 43 sevgilisi 26 yaşında
Shakira 37, sevgilisi 27 yaşında
Yani sevgiliniz yok diye üzülmeyin kızlar,  belki sevgiliniz daha doğmamıştır."


6 Ocak 2014 Pazartesi

Oyun Teorisi ve Survivor

Üniversite yıllarından kalan en acıklı anılar nedir desek listede 151 dersi ilk sırada yer alır sanırım.

3. defada geçebildiğim bu dersi eğer 4. dönemde geçemezsem atılacaktım ve bu nedenle okuldan atılan birçok kişi de olmuştur.

İkinci sırada ise Ekonometri ve Matematiksel Ekonomi dersleri gelir.

Matematiksel Ekonomi dersi bizim bölüm derslerinin neredeyse en belalı derslerinden biriydi.

Ders çok zordu ve hala tam olarak öğrenmiş ve anlamış değilim.

Bir şekilde geçtik Allah'a şükür.

Ders zordu zor olmasına ama bence asıl sorun hocaydı.

Murat Sertel sanırım okul hayatında gördüğüm en nevi şahsına münhasır öğretim üyesiydi.


Dersleri cuma akşamları 4-5 gibi olurdu.

Yani herkes cumaları erken işi bitsin ister, haftasonu moduna geçer, Sertel ise eziyet etmeye ders saatiyle başlardı.

Derste herkes çekinirdi, hoca birimize soru soracak diye ödümüz patlardı, göz göze gelemezdik.

Sınavlar ise inadına Cumartesi günleri sabahın köründe olurdu. Erken kalkamadığı iddia edilen hoca sınav sözkonusu olunca erkenden kalkıverirdi.

Ders boyunca elindeki plastik bardakta bir söyleme göre çay, bir söyleme göre de alkollü birşeyler içerdi.

Ama ne olursa olsun, öyle bir hocadan öyle bir ders almak gurur vesilesi oldu benim için.

Bugün çok moda olan kazan-kazan ya da win -win söylemi, o zaman benim ilk kez duyduğum ve matematik formulüne dönüştürmeye çalıştığım (!) konulardı.

Daha sonra Russell Crowe'un oynadığı ve Oscar ödülü alan Akıl Oyunları filmiyle konu daha fazla bilinirlik kazandı. Hocamız Murat Sertel de bu ünlü filmin bilim danışmanı idi. Nash ile yaptığı çalışmalarda ünlü Nash dengesi teoreminin oluşumunda rol almıştı ve bu nedenle filmde de danışman olmuştu.


Günlük hayatta aslında farkında olmadan ve formülize etmeden çok kullandığımız bu teorem aklıma gelince sizlerde de biraz bu konudan bahsedelim istedim. En basit haliyle anlatmak gerekirse şöyle diyebiliriz sanırım:

Oyun teorisi denen bu teori aslında bize birden fazla oyuncunun oynadığı oyunlarda diğer oyuncunun davranışının sonucu nasıl etkilediğini inceler.

David Ruelle bu konuda Rastlantı ve Kaos kitabında konuyu kısaca şöyle örneklemiş:
"Ben birden fazla sığınağın bulunduğu bir savaş alanındayım, siz de küçük bir uçakla tam üstümde daireler çiziyor ve tepeme bir bomba bırakmak için fırsat kolluyorsunuz. Normalde benim çevredeki en sağlam görünüşlü sığınağı seçmem ve orada saklanmam gerekir ama sizin de normalde yapabileceğiniz en doğru iş benim en iyi sığınağı seçmiş olabileceğimi düşünerek orayı bombalamaktır. 
Bunu bildiğim için benim o denli sağlam görünmeyen ikinci sığınağı seçmem gerekmez mi? Eğer ikimiz de çok akıllıysak olasılıklara dayanan stratejiler izleriz. Örneğin ben çevredeki çeşitli sığınaklar arasında bana en fazla kurtulma şansı verecek özelliklere sahip olanları arar, bundan sonra nereye saklanacağımı belirlemek için yazı-tura atar ya da gelişigüzel sayılardan oluşan bir liste kullanırım. Siz de beni vurma şansınızın en yüksek düzeyde olduğu sığınağı belirlemek için benzer biçimde olasılıklardan yararlanırsınız. 
Bu size saçma gelebilir ama ikimiz de akılcı davranabiliyorsak yapacağımız budur. Doğal olarak ben hareketlerimi gizlemezsem sizin işiniz kolaylaşır, buna karşılık siz de nereyi bombalamayı tasarladığınızı bana sezdirmemeye çalışmalısınız.
Günlük hayatta patronunuz, sevgiliniz ya da ülkenizi yönetenlerin sizi yönlendirmeye çalıştığını sık sık görürsünüz. Size önerdikleri oyun, seçeneklerden birinin kesinlikle daha parlak göründüğü bir seçimdir. Bu seçenekte karar kıldığınız zaman karşınıza yeni bir oyun çıkar ve böylelikle kısa bir süre sonra akılcı seçimlerinizin sizi aslında hiçbir zaman istememiş olduğunuz bir yere getirdiğini görür ve tuzağa düştüğünüzü anlarsınız.
Bu noktaya gelmemek için yapacağınız şey arada bir beklenmedik biçimde davranmaktır. En çekici görünen seçeneklerden uzak durduğunuz zaman kaybettiğiniz şeylerin karşılığında daha özgür olabilirsiniz.
Doğal olarak hedefiniz sadece beklenmedik biçimde davranmak değil, bunu belli bir olasılık stratejisine uygun olarak yapmaktır."
Herkesin açık bir ağızla ve merakla izlediği yarışma programı Survivor bence bu teoriyi çözmek ve pratiğe dökmek isteyenler için en güzel modeldir.

Seçimlerinizin sizi ve etrafınızdakileri mutlu etmesi ve herkesin kazanması dileğiyle..

2 Ocak 2014 Perşembe

Kudret Helvası..

En son yazımda size Mardin gezimizden bahsetmiştim.

Gezdik, tozduk dönüşte de daha önce Mardin'e gittiğimde aldığım ve çok beğendiğim mavi bademlerden almaya karar verdik.

Evdeki yamyamlar kesin götürür diye düşündük.




1. cadde denen kuyumcuların olduğu caddede, sıra sıra kuruyemişçiler ve cevizli sucuk, mavi ve tarçınlı badem satan dükkanlar var.

Onlardan birine girdik. Tezgahta 30 lu yaşlarda iki beyefendi vardı. Daha içeride de onların babası olduğunu tahmin ettiğim daha yaşlıca kasketli bir amca.

Sohbet ederken dışarıdan geldiğimizi anladı tabi esnaf.

O sırada içeriden babaları olduğunu tahmin ettiğimiz amca bize doğru yaklaştı. 

"Gençler, size her zaman bulamayacağınız bir şey vereceğim." dedi.

"Bu kudret helvasıdır, kudret helvası nedir bilir misiniz?"

İkimiz de bilmiyorduk. Hatta eşim konuyu yanlış anlamış bile olabilir (!) bilemiyorum.

O sırada tezgahtaki beylerden biri Arapça birşeyler söylemeye başladı. Belli ki Kuran-ı Kerimden bir ayet okuyordu.

Diğeri de açıkladı.

Bakara Suresi 57. ayette der ki: (Hz Musa döneminde İsrailoğulları' na hitaben)

"Bulutu üstünüze gölge yaptık. Size, gökten kudret helvası ile bıldırcın indirdik. “Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” (dedik). Onlar (verdiğimiz nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı."

İtiraf ediyorum, bu surenin Türkçe mealini daha önce okumuştum ama bu detayı hatırlamıyordum. Hatta yine itiraf ediyorum, o sırada bize mal satmak için anlatılan bir hikaye midir diye de düşünmedim değil. Allah affetsin.

Amcanın dediğine göre onlarda her zaman olmuyormuş, beş on senede bir geliyormuş. Bu nedenle gelmişken almamızı önerdi.

Bize vitrindeki kile ya da toprağa benzeyen çamur gibi şeyden birer topak verdi. Eşim de ben de tadına baktık. Hakikaten de toprak gibi bir tadı vardı ama içinde hem naneli, hem tatlı gelen başka aromalar da hissediliyordu.

Dediğim gibi konuya çok ikna olmadığımızdan almadık ve dükkandan çıktık.
Daha sonra otele dönünce merakımdan konuyu araştırdım.


"Peygamberleri katleden İsrailoğulları'na, Allah'ın gökyüzünden indirdiği "Kudret Helvası" (Menn), Kur'an-ı Kerim'de böyle anlatılıyor.
Allah, israiloğullarını, çölün kızgın sıcağından korumak için üzerlerine bulut göndermişti. Yağmursuz ve bulutsuz çöl; ateş fışkıran ve yalım saçan bir "cehennem" gibiydi. Allah onları serinletmek için bulut göndermiş, yiyecek ve içecek stokları tamamen tükenince de gökyüzünden, Kudret Helvası ile bıldırcın indirmişti. Böylelikle, daha önce bir cehennemden farksız olan çöl, onlar için rahatlığın yaşandığı cennet bahçelerine dönüşmüştü. Ancak İsrailoğulları, Allah'ın bunca nimetine karşılık, bir kerecik olsun şükretmeyi, onurlarına yakıştıramamışlardı."




Ortaya çıkış öyküsü mucizevi gibi görünse de, mannanın (kudret helvası) gerçek olduğunu söyleniyor. Bazı aşçılar bunu yemeklere katıyorlarmış. Kudret helvası diye bilinen onlarca farklı yiyeceğin iki ortak noktası varmış: Tatlı olmaları ve tıpkı Kitab-ı Mukaddes'te anlatıldığı üzere yetiştirilmeden, gökten indirilmiş gibi kendiliğinden ortaya çıkmaları. Çoğu kudret helvası, neredeyse görünmeyecek kadar küçük böceklerin açtığı minik deliklerden sızan bitki özsuyunun kurumasıyla veya özsuyunu yiyen böceklerin salgıladığı tatlı sıvıyla oluşurmuş. 





İsrailoğulları'nın kudret helvasının ılgın ağacının özsuyu olduğu tahmin ediliyormuş.

Okuduklarıma göre her ilkbahar-yaz döneminde Mardin Cizre' de bu şıradan bolca yağdığı yöre halkı tarafından ifade edilmekte. Yine okuduğum kadarıyla, önce gökyüzünde mütevazi şimşeklerin çaktığını belirtiliyor.Gökyüzünden kar yağar gibi helva yağmaya başladığı, ancak helvanın Cizre'nin sadece ağaçlık bölgelerine yağdığı söyleniyor. Meşe ağaçlarının yapraklarının üzerine yapışıyormuş ama özüne zarar verecek yapraklara yapışmıyormuş. Helvanın, piyasadaki şeker ve tatlılara oranla içerdiği asit, oldukça az. 

İşte cahillik zor zanaat. Daha önce konuya hakim olsaydık böyle kontrpiyeye düşmeyecektik.

Bu daha sonra oralara gidecek olanlara ders olsun.

Annem gibi konuya inanmayanların da canı sağolsun.

Yiyenlere afiyet olsun.

İlginizi Çekebilir;

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...