Ramazanın en güzel yanlarından biri de sabırla beklenen iftar davetleri.
Hafta içi zor ama hafta sonu arkadaşlarla, aile fertleriyle yani kısacası sevdiklerinle iftar yapmak çok keyifli.
Ancak biz geçen hafta sonu hayatımda yaptığım en güzel iftarlarından birine davetliydik.
Mezun olduğumuz okulun Mezunlar Derneği' nin yaklaşık 10 seneden beri geleneksel hale getirdiği Batı Trakya iftarlarına bu sene ben de katılma fırsatı buldum. Eşim bu iftarlara bir kaç defa gitmişti ancak ben bir türlü denk getirememiştim.
Boğaziçi Üniversitesi' nin yanından Cumartesi sabah erken saatlerde otobüse bindik.
Çoğunluğun bayan olduğu otobüste bizim gibi mezun olanlar daha azdı. Daha çok halen okulda okumakta olan arkadaş grupları ve hatta ailesini de yanında getirenler vardı.
Tekirdağ'dan eşim de bize katıldı. Güzel bir yolculukla İpsala sınır kapısına ulaştık. Otobüsle sınırdan geçmek zormuş. Benim ilk deneyimimdi. Bütün otobüs iniyorsun, teker teker pasaportları topluyorlar, gidip tek tek kontrol edip kaşeliyorlar, sonra otobüse geri biniyorsun, pasaportları geri alıyorsun, ve hoopp, Yunanistan tarafında aynı işlem. Tabii ki Türkiye'den çıkmak daha kolay oldu, Yunanistan'a girmek için ise sınırda bir buçuk saate yakın beklemek zorunda kaldık.
İlk durağımız Gümülcine idi. Günlerden Cumartesi ve öğlen saatleri olunca siestadan dolayı heryer kapalıydı. Ölü şehir gibi bir Gümülcine'de biraz dolaştık. Yapılış tarihinin net olarak tespit edilemediği caminin 16. yüzyılın sonunda yapıldığı tahmin ediliyor. Yanındaki saat kulesi ve çarşının tam ortasında yer almasıyla kentin cazibe merkezlerinden biri haline gelmiş. İçinde kadınlar bölümündeki hatlar benim aklımda kalan en net güzellikler.
Gümülcine'den sonra toparlanıp otobüsümüze bindik ve İskeçe'ye doğru yol aldık. Aslında bu yolda otoban var. Ancak eski Türk köylerinden geçebilmek için eski yolu tercih ettik.
En fazla dikkatimi çeken köylerin bizim köylerle uzaktan yakından alakası olmaması.
Yani tabii ki tarım yapılıyor. Hatta oldukça da modern tarım yapılıyor. Ancak evler küçücük ama çok zevkli, çok sevimli ve hayat dolu. Bahçelerde balkonlarda dolu dolu yaşandığına dair izler var.
İskeçe güzel bir şehir, burası da çok fazla Türk'ün yaşadığı bir yer. Şehrin merkezinde biraz dolaştık. Cumartesi akşam olduğundan şehrin merkezindeki büyük kilisede bir düğün vardı. Gelinin yakındaki evinden gelin alıcı yaptılar ve gelini kiliseye yürüyerek götürdüler. Güzel bir ambiyanstı.
İftar yaklaşınca şehre hakim bir tepede bulunan bir restoranda iftar yapmak üzere tekrar otobüsümüze bindik.
İftarda organizasyonun Yunanistan tarafındakilerin emeği vardı. Damak tadımıza uygun olsun diye yemeklerin nasıl yapılacağı bile lokanta çalışanlarına anlatılmıştı.
İftarda tavuklu pirinç çorbası vardı ve fena değildi. Ardından Boşnak böreği ve etli kurufasulye vardı. Etler kurufasulyeden daha iyi pişmişti ama olsun.
İftardan sonra gece konaklayacağımız Şahinköy'e doğru yola çıktık.
Şahinköy büyük bir köy. Bu köyün tarihi 1300lü yıllara dayanıyor. Deniz seviyesinden 900 m yükseklikteki köy bir Pomak köyü. (Ben de etnik köken olarak Pomak olduğumdan sanırım köye daha bir kanım ısındı) Köy birçok sefer asimilasyon politikası girişimine maruz kalmış ancak bir tek kişi bile Hrıstiyanlaşmamış.
Şeklen de olsa köye bir kilise yapılmış ama köyde askerlerden ve memurlardan başka Yunanlı bulunmamakta. Köyde ağırlıklı tütün ekiliyor. Erkeklerin tümü Almanya'da tersanelerde çalışıyorlar, kadınlar da onların yolunu gözlüyor. Biz gittiğimizde Ramazan dolayısıyla bütün erkekler izin almışlardı ve köylerindelerdi. Bu nedenle herkes çok mutluydu. Tüm halk sahura kadar dondurma yiyip, frappe içip, vespalarla dolaşıyordu. Gündüz de akşama kadar uyuyorlardı.
Köyde üç cami var, tüm erkekler köyde olduğundan, bizden de misafir giden 25 tane erkek olduğundan teravihte tüm camiler ağzına kadar doluydu. Kadınlar da teravih kılabilsin diye henüz bitmemiş inşaatlara halılar yayılmış, hoparlörlü ses düzeni kurulmuş ve imam da hazır bulundurularak bu evler kadınlar için teravihe hazır hale getirilmişti.
Bize gelmeden önce köyden insanlar evlerine kaç misafir alabileceklerini yani evlerinin kapasitelerini organizasyona bildirmişti.
Ancak tek bir sorun vardı, kaç aile geleceğini tam olarak hesaplayamadıklarından ve öğrenci ve bekar gençlerin adedinden dolayı, bazı evler sadece kadınları, bazı evler de sadece erkekleri misafir edebilecekti. Biz eşimle farklı evlerde kalabildik mesela.
Biz de otobüste kurduğumuz grupla beraber aynı evde 5 kişi kalmak üzere başvuru yaptık.
O gün hayatımda ilk defa gördüğüm ve o sabah tanıştığım birisiyle iki kişilik ebeveyn yatağında beraber yattım. Çok değişik bir deneyimdi. İnsanın bazı alışkanlıklarını, bazı kurallarını, bazı saplantılarını aşması için bu tip şeyler yaşaması lazım.
Sahurda köye hakim bir tepede yer alan misafirhanede herkes için sahur yemeği hazırlanmıştı. Kavurmadan taze kızartılmış lokmalara, böreklere ve peynire, köy domatesine kadar ful bir kahvaltı bizi beklemekteydi.
Misafirhaneye kamyonetlerle taşındık. Gençler arkada açıkta kasada, bizim gibi ağır ablalar ise aracın içinde yokuşu tırmandık. Gençler bungee jumping yaparcasına çığlıklar atıyorlardı.
Sahurumuzuda yaptıktan sonra evlere dağıldık ve yorgunluktan anında uyuduk. Zira 20 saatten fazladır ayaktaydık.
Sabah erken kalkıp 11 gibi yola çıktık. Vedalaşırken herkes birbirine bir günde alışmıştı bile. Köydekilere çok çok teşekkür ederek otobüslerimize doluştuk.
Yolda herkes yorgundu ve uyumaya çalıştı. Biz eşimle herkesten önce Tekirdağ'da indik ve köye kızlarımızın yanına koştuk.
Hayatımın en ilginç Ramazan ve iftar sahur deneyimlerinden biriydi.
Önümüzdeki sene Allah ömür verirse tekrarlamak isterim.
Türklüğüne ve Müslümanlığına bizden fazla sahip çıkan onurlu bir halk vardı karşımızda.
Azınlık olmanın aslında ne kadar zor olduğunu, ama bir taraftan da insanları birbirine bağlayan önemli bir çimento olduğuna şahit oldum.
İstanbul'da 5 yıldızlı otellerde ya da ünlü restoranlarda yapılan hijyenik iftarlara gidenlere şiddetle tavsiye edilir.
Hafta içi zor ama hafta sonu arkadaşlarla, aile fertleriyle yani kısacası sevdiklerinle iftar yapmak çok keyifli.
Ancak biz geçen hafta sonu hayatımda yaptığım en güzel iftarlarından birine davetliydik.
Mezun olduğumuz okulun Mezunlar Derneği' nin yaklaşık 10 seneden beri geleneksel hale getirdiği Batı Trakya iftarlarına bu sene ben de katılma fırsatı buldum. Eşim bu iftarlara bir kaç defa gitmişti ancak ben bir türlü denk getirememiştim.
Boğaziçi Üniversitesi' nin yanından Cumartesi sabah erken saatlerde otobüse bindik.
Çoğunluğun bayan olduğu otobüste bizim gibi mezun olanlar daha azdı. Daha çok halen okulda okumakta olan arkadaş grupları ve hatta ailesini de yanında getirenler vardı.
Tekirdağ'dan eşim de bize katıldı. Güzel bir yolculukla İpsala sınır kapısına ulaştık. Otobüsle sınırdan geçmek zormuş. Benim ilk deneyimimdi. Bütün otobüs iniyorsun, teker teker pasaportları topluyorlar, gidip tek tek kontrol edip kaşeliyorlar, sonra otobüse geri biniyorsun, pasaportları geri alıyorsun, ve hoopp, Yunanistan tarafında aynı işlem. Tabii ki Türkiye'den çıkmak daha kolay oldu, Yunanistan'a girmek için ise sınırda bir buçuk saate yakın beklemek zorunda kaldık.
İlk durağımız Gümülcine idi. Günlerden Cumartesi ve öğlen saatleri olunca siestadan dolayı heryer kapalıydı. Ölü şehir gibi bir Gümülcine'de biraz dolaştık. Yapılış tarihinin net olarak tespit edilemediği caminin 16. yüzyılın sonunda yapıldığı tahmin ediliyor. Yanındaki saat kulesi ve çarşının tam ortasında yer almasıyla kentin cazibe merkezlerinden biri haline gelmiş. İçinde kadınlar bölümündeki hatlar benim aklımda kalan en net güzellikler.
Gümülcine'den sonra toparlanıp otobüsümüze bindik ve İskeçe'ye doğru yol aldık. Aslında bu yolda otoban var. Ancak eski Türk köylerinden geçebilmek için eski yolu tercih ettik.
En fazla dikkatimi çeken köylerin bizim köylerle uzaktan yakından alakası olmaması.
Yani tabii ki tarım yapılıyor. Hatta oldukça da modern tarım yapılıyor. Ancak evler küçücük ama çok zevkli, çok sevimli ve hayat dolu. Bahçelerde balkonlarda dolu dolu yaşandığına dair izler var.
İskeçe güzel bir şehir, burası da çok fazla Türk'ün yaşadığı bir yer. Şehrin merkezinde biraz dolaştık. Cumartesi akşam olduğundan şehrin merkezindeki büyük kilisede bir düğün vardı. Gelinin yakındaki evinden gelin alıcı yaptılar ve gelini kiliseye yürüyerek götürdüler. Güzel bir ambiyanstı.
İftar yaklaşınca şehre hakim bir tepede bulunan bir restoranda iftar yapmak üzere tekrar otobüsümüze bindik.
İftarda organizasyonun Yunanistan tarafındakilerin emeği vardı. Damak tadımıza uygun olsun diye yemeklerin nasıl yapılacağı bile lokanta çalışanlarına anlatılmıştı.
İftarda tavuklu pirinç çorbası vardı ve fena değildi. Ardından Boşnak böreği ve etli kurufasulye vardı. Etler kurufasulyeden daha iyi pişmişti ama olsun.
İftardan sonra gece konaklayacağımız Şahinköy'e doğru yola çıktık.
Şahinköy büyük bir köy. Bu köyün tarihi 1300lü yıllara dayanıyor. Deniz seviyesinden 900 m yükseklikteki köy bir Pomak köyü. (Ben de etnik köken olarak Pomak olduğumdan sanırım köye daha bir kanım ısındı) Köy birçok sefer asimilasyon politikası girişimine maruz kalmış ancak bir tek kişi bile Hrıstiyanlaşmamış.
Şeklen de olsa köye bir kilise yapılmış ama köyde askerlerden ve memurlardan başka Yunanlı bulunmamakta. Köyde ağırlıklı tütün ekiliyor. Erkeklerin tümü Almanya'da tersanelerde çalışıyorlar, kadınlar da onların yolunu gözlüyor. Biz gittiğimizde Ramazan dolayısıyla bütün erkekler izin almışlardı ve köylerindelerdi. Bu nedenle herkes çok mutluydu. Tüm halk sahura kadar dondurma yiyip, frappe içip, vespalarla dolaşıyordu. Gündüz de akşama kadar uyuyorlardı.
Köyde üç cami var, tüm erkekler köyde olduğundan, bizden de misafir giden 25 tane erkek olduğundan teravihte tüm camiler ağzına kadar doluydu. Kadınlar da teravih kılabilsin diye henüz bitmemiş inşaatlara halılar yayılmış, hoparlörlü ses düzeni kurulmuş ve imam da hazır bulundurularak bu evler kadınlar için teravihe hazır hale getirilmişti.
Bize gelmeden önce köyden insanlar evlerine kaç misafir alabileceklerini yani evlerinin kapasitelerini organizasyona bildirmişti.
Ancak tek bir sorun vardı, kaç aile geleceğini tam olarak hesaplayamadıklarından ve öğrenci ve bekar gençlerin adedinden dolayı, bazı evler sadece kadınları, bazı evler de sadece erkekleri misafir edebilecekti. Biz eşimle farklı evlerde kalabildik mesela.
Biz de otobüste kurduğumuz grupla beraber aynı evde 5 kişi kalmak üzere başvuru yaptık.
O gün hayatımda ilk defa gördüğüm ve o sabah tanıştığım birisiyle iki kişilik ebeveyn yatağında beraber yattım. Çok değişik bir deneyimdi. İnsanın bazı alışkanlıklarını, bazı kurallarını, bazı saplantılarını aşması için bu tip şeyler yaşaması lazım.
Sahurda köye hakim bir tepede yer alan misafirhanede herkes için sahur yemeği hazırlanmıştı. Kavurmadan taze kızartılmış lokmalara, böreklere ve peynire, köy domatesine kadar ful bir kahvaltı bizi beklemekteydi.
Misafirhaneye kamyonetlerle taşındık. Gençler arkada açıkta kasada, bizim gibi ağır ablalar ise aracın içinde yokuşu tırmandık. Gençler bungee jumping yaparcasına çığlıklar atıyorlardı.
Sahurumuzuda yaptıktan sonra evlere dağıldık ve yorgunluktan anında uyuduk. Zira 20 saatten fazladır ayaktaydık.
Sabah erken kalkıp 11 gibi yola çıktık. Vedalaşırken herkes birbirine bir günde alışmıştı bile. Köydekilere çok çok teşekkür ederek otobüslerimize doluştuk.
Yolda herkes yorgundu ve uyumaya çalıştı. Biz eşimle herkesten önce Tekirdağ'da indik ve köye kızlarımızın yanına koştuk.
Hayatımın en ilginç Ramazan ve iftar sahur deneyimlerinden biriydi.
Önümüzdeki sene Allah ömür verirse tekrarlamak isterim.
Türklüğüne ve Müslümanlığına bizden fazla sahip çıkan onurlu bir halk vardı karşımızda.
Azınlık olmanın aslında ne kadar zor olduğunu, ama bir taraftan da insanları birbirine bağlayan önemli bir çimento olduğuna şahit oldum.
İstanbul'da 5 yıldızlı otellerde ya da ünlü restoranlarda yapılan hijyenik iftarlara gidenlere şiddetle tavsiye edilir.
Çok keyifli.İftar için harika bir alternatif olmuş... emeğinize sağlık..
YanıtlaSilÇok teşekkürler. Oradakiler bizleri bekliyor, size de tavsiye ederim. Mutlaka memnun kalacaksınız. Size de iyi geziler dilerim.
YanıtlaSil