Hayatım boyunca annemden "Elinde 10 birim malın varsa birini zor günler için kenara koy." öğretisini duydum.
Tüm yaşamımda da bu düsturu benimsemiş bir insanım.
Bazen etrafımdakiler tarafından cimri olarak bile değerlendirildiğimi tahmin ediyorum ama bence yaptığım tasarruf, cimrilik değil.
Üniversite'de Ekonomi okudum.
Bilirsiniz Ekonomi biliminin çok tipik bazı terimleri vardır. Arz, talep, tüketim, tasarruf, üretim, üretim faktörleri, yatırım, vb..
İşte okuduğum bilimin en temel unsurlarından birisinin de tüketim olması, zaten aileden verilen öğretinin daha sağlam bir temele oturmasını sağladı bende.
Önce teknik olarak tasarrufun tanımına bakalım:
Yaşamın devam etmesinde, insanların ve diğer canlıların kullandığı, vazgeçilmez olan maddelerin tüketiminde dikkatli davranma, gereği kadar kullanma, idareli tüketmeye tasarruf denir.
Dünyada kullandığımız tüm kaynakların bir gün tükenecek tipte kaynaklar olduğundan yola çıkarak, bu kaynakları doğru kullanmamız gerektiği aşikardır. İşte en basit anlamıyla biz buna tasarruf diyoruz. Yaşamsal kaynaklar nedir diye bakacak olursak da su, hava, toprak, hayvanlar, bitkiler, doğalgaz ve petrolü bunlar arasında sayabiliriz.
Eminim bu Ekonomi 101 dersine nereden geldik, bu konu da nereden çıktı diyorsunuz içinizden. Birincisi bugün kar tatili ve sabahtan beri Perşembe günü yapılacak Türkçe yazılısı için kızları çalıştırıyorum ve atasözleri gırla gidiyor evin içinde..
Ama asıl neden bu kadar güzel bir neden değil. Birkaç gün önce çok sevdiğimiz bir tanıdığımızın yaşadığı bir sağlık sorunu ortaya çıktı.
Bence olumlu yönleri saymakla bitmeyecek bu kişinin tek olumsuz yönü, kazandığı tüm parayı, hemen harcamak. Hiçbir şekilde zor günler için bir kenara koymuyor yani tasarruf yapmıyor.
Başına gelen bu sağlık sorununda kullanmak üzere sandıkta bekleyen bir birikimi de yok.
Bu durum inşallah onu çok zor durumda bırakmaz diye konuşuyorduk eşimle geçen gün.
Ben " Yaptığı bence doğru değil, ben hiçbir zaman kazandığımın tümünü harcamadım, elimde ne varsa zor günler için bir kısmını kenara koydum hep." dedim.
Eşim ise bana çok ilginç bir cevap verdi.
-Evet, haklısın, sen de ben de hep dediğin gibi yaptık, hep çok fazla kastık kendimizi, yarın ne oluruzu düşündük hep.
Ama farkında mısın, bundan dolayı da hiç anın tadını çıkaramadık. Hep ileriye baktık, hep önümüzü düşündük, bugün elimizdekilerin değerini bilemedik.
Onlarsa başlarına tatsız bir durum gelene kadar senden benden daha fazla keyif aldılar hayattan, gezdiler, yediler, içtiler, vurdular patladı, çalındı oynadılar.
Ancak bugün başlarına bir şey gelince canları sıkılmaya başladı. O riski de göze aldılar. Tüm hayatlarını can sıkıcı geçirmektense, sadece bugün canları sıkılıyor, o da geçip gidecek inşallah.
Üzerinde düşündüm de, hangisi doğru bilemedim.
Ağustos böceği mi, karınca mı olmak?
Yazın eğlenip,"Eğer kış gelirse, o kadar ömrüm varsa, o zaman da gidip karıncadan isterim o da verir." mi demek, güzel yaz havasının keyfini sürmeden, çalmadan söylemeden, denize gidip güneşlenmeden, kendi bedeninden çok daha büyük buğdayları taşıyabilmek için canla başla çalışmak mı?
Sizce hangisi doğru?
Not : Havanın karlı olması da yazının ambiyansının tam yerine oturmasını sağladı sanki..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder