30 Ağustos cuma gününe gelince ufak bir kaçamak yapmak için fırsat doğdu.
Bu yaz bizim kankalarla tatil planı yapamamıştık, dolayısıyla bu fırsatı iyi değerlendirdik, onlar İzmir'den, biz de İstanbul'dan gidip ortada, Geyikli'de buluştuk.
Neden Bozcaada değil de Geyikli derseniz, böyle tatillerde ada olayına girmeme, gemi sırasında yer almama gibi bir yeminim olduğundan, arkadaşlar da sağolsunlar bana katıldıklarından, Geyikli'ye konuşlandık.
Gerçi Bozcaada'nın trend rüzgarından Geyikli de nasibini almıştı. Otellerde yer yoktu, nerdeyse çadıra talim edecektik ki, kocalar yazlığına gelmeyen birilerinin evini 2 geceliğine kiraladılar da, çadırda yatmaya gerek kalmadı.
Gerçi kızlar çadırda kalamadıklarına üzüldüler ama neyse artık, başka sefere inşallah..
Mevsim Ağustos olunca, 35 sene önce Çanakkale'de beraber çocukluk geçirmiş iki kanka da Çanakkale civarında buluşunca akşam yemeklerinin vazgeçilmek yemeği sardalya ızgara oldu haliyle..
Biz çocukken babalarımız da bize sardalya ızgara yaparlardı. Hatta biz o zaman, o kadar da balık sevmez ama mecburen yerdik.
Babamlar sardalyaları satın alır, temizlemeden asma yaprağına sarar, öylece ızgarada pişirirlerdi. (terminolojide buna b.klı kebap deniyor.) Asma yaprağına sarılmasının nedeni, pişerken pullarının ve derisinin yaprağa yapışıp kalmasıydı. Ancak bu uygulamada masa olmaması, yemeğin mümkünse yerde ters çevirilmiş sandık üstünde üzerine gazete yayılarak yenmesi gerekiyordu. En kötü ihtimalle, masada yeniyorsa masaya da gazete yayılabilirdi.
Bunun bir adım ötesi, 18 kiloluk zeytinyağı tenekesinin kesilerek b.klu kebabın, yani denizden çıkan sardalyanın direk olarak teneke üzerinde pişirilmesi ama ben ne yazık ki, ne babamın ne de kocamın evinde bunu yiyemedim :))
İlk akşam Odunluk iskelesine balıkçıların olduğu bölgeye, bize tavsiye edilen restorana gittik. Hem ızgara hem de una bulanmış kızartılmış sardalya yedik. Özellikle kızlar kızartılmış versiyondan oldukça memnun kaldı.
Ertesi akşam ise şansımızı Dalyanköy'de denemek istedik.
Açıkçası neden direk buraya gelmediğimize, neden burada pansiyon aramadığımıza biraz hayıflandık. Dalyanköy'ün ortamı, gün batımı, manzarası Yunan adaları tadındaydı.
Ancak restoranlar genelde doluydu, zaten pek yenecek balık da kalmamıştı.
Dalyanköy'ün girişinde mavi masalı, kareli masaörtülü, Bozcaada'ya tam karşıdan bakan manzarası ve gün batımı ile dikkatimi çeken restorana geri döndük ancak sardalya yoktu.
Tekrar kalkıp Odunluk iskelesine geri döndük. Oradan sardalyamızı satın aldık, ama bu defa yarısını temizlettik, yarısını da temizletmedik.
Balığımızı ben, kankam ve kızı orjinal Çanakkale versiyonuyla :)) yemek istediğimizden baylar da bizim için temizletilmemiş olarak satın aldılar.
Restorana geri döndük. Restoran ortamında olduğumuzdan masalarda gazete yayılı değildi. Balıkları dışarıdan getirdiğimizden restoran sahibi bizim balıkların pişirilmesini gece yarısına bıraktı ve bu nedenle 2 çocuk fire verdik (uyuyakaldılar) ama yine de değdi. Geri kalan sağlar ( diğer iki kız) bayıla bayıla bu yerel kebabımızın tadını çıkardılar, benim kız bu halinin daha lezzetli olduğunu söyledi. Yanlış anlamayın, yerken tabii ki iç organlar çıkarılıyor, ancak sanırım yıkanmamış olması, balığın deniz suyuyla kalmış olması ona farklı bir tad veriyor.
Sonuç olarak 3 günlüğüne de olsa, arkadaşlarla bir araya geldik, iyi kötü denizimize girdik, sardalyamızı hem de en bakir versiyonuyla yedik, bir de Geyikli'de Eyvah Eyvah 3'ün çekimleri vardı, kızlar ufaktan figüranlık da yaptılar, insan daha bir tatilde ne ister.. Çanakkale'de tesadüfen yüzmeye geldiğimiz tesiste, yine aynı kankamla 35 sene önce ailece çadırda kaldığımızı farkedince "tevafuk" kelimesinin anlamını daha iyi kavradık.
Eylül de geldi, balık yasağı kalktı, ben hepinize bol bol balık yemenizi, hatta tesis yetersizliği yaşanmıyorsa tenekeli ya da tenekesiz orjinal sardalya kebabı yapmanızı ve ne olursa olsun arkadaşlarınıza, dostlarınıza sıkı sıkı sarılıp, sahip çıkmanızı tavsiye ederim.
Haa, eğer elinize çok sardalya geçerse, kış için tuzlu balık da yapabilirsiniz, benden söylemesi..
Bu yaz bizim kankalarla tatil planı yapamamıştık, dolayısıyla bu fırsatı iyi değerlendirdik, onlar İzmir'den, biz de İstanbul'dan gidip ortada, Geyikli'de buluştuk.
Neden Bozcaada değil de Geyikli derseniz, böyle tatillerde ada olayına girmeme, gemi sırasında yer almama gibi bir yeminim olduğundan, arkadaşlar da sağolsunlar bana katıldıklarından, Geyikli'ye konuşlandık.
Gerçi Bozcaada'nın trend rüzgarından Geyikli de nasibini almıştı. Otellerde yer yoktu, nerdeyse çadıra talim edecektik ki, kocalar yazlığına gelmeyen birilerinin evini 2 geceliğine kiraladılar da, çadırda yatmaya gerek kalmadı.
Gerçi kızlar çadırda kalamadıklarına üzüldüler ama neyse artık, başka sefere inşallah..
Mevsim Ağustos olunca, 35 sene önce Çanakkale'de beraber çocukluk geçirmiş iki kanka da Çanakkale civarında buluşunca akşam yemeklerinin vazgeçilmek yemeği sardalya ızgara oldu haliyle..
Biz çocukken babalarımız da bize sardalya ızgara yaparlardı. Hatta biz o zaman, o kadar da balık sevmez ama mecburen yerdik.
Babamlar sardalyaları satın alır, temizlemeden asma yaprağına sarar, öylece ızgarada pişirirlerdi. (terminolojide buna b.klı kebap deniyor.) Asma yaprağına sarılmasının nedeni, pişerken pullarının ve derisinin yaprağa yapışıp kalmasıydı. Ancak bu uygulamada masa olmaması, yemeğin mümkünse yerde ters çevirilmiş sandık üstünde üzerine gazete yayılarak yenmesi gerekiyordu. En kötü ihtimalle, masada yeniyorsa masaya da gazete yayılabilirdi.
Bunun bir adım ötesi, 18 kiloluk zeytinyağı tenekesinin kesilerek b.klu kebabın, yani denizden çıkan sardalyanın direk olarak teneke üzerinde pişirilmesi ama ben ne yazık ki, ne babamın ne de kocamın evinde bunu yiyemedim :))
İlk akşam Odunluk iskelesine balıkçıların olduğu bölgeye, bize tavsiye edilen restorana gittik. Hem ızgara hem de una bulanmış kızartılmış sardalya yedik. Özellikle kızlar kızartılmış versiyondan oldukça memnun kaldı.
Ertesi akşam ise şansımızı Dalyanköy'de denemek istedik.
Açıkçası neden direk buraya gelmediğimize, neden burada pansiyon aramadığımıza biraz hayıflandık. Dalyanköy'ün ortamı, gün batımı, manzarası Yunan adaları tadındaydı.
Ancak restoranlar genelde doluydu, zaten pek yenecek balık da kalmamıştı.
Dalyanköy'ün girişinde mavi masalı, kareli masaörtülü, Bozcaada'ya tam karşıdan bakan manzarası ve gün batımı ile dikkatimi çeken restorana geri döndük ancak sardalya yoktu.
Tekrar kalkıp Odunluk iskelesine geri döndük. Oradan sardalyamızı satın aldık, ama bu defa yarısını temizlettik, yarısını da temizletmedik.
Balığımızı ben, kankam ve kızı orjinal Çanakkale versiyonuyla :)) yemek istediğimizden baylar da bizim için temizletilmemiş olarak satın aldılar.
Restorana geri döndük. Restoran ortamında olduğumuzdan masalarda gazete yayılı değildi. Balıkları dışarıdan getirdiğimizden restoran sahibi bizim balıkların pişirilmesini gece yarısına bıraktı ve bu nedenle 2 çocuk fire verdik (uyuyakaldılar) ama yine de değdi. Geri kalan sağlar ( diğer iki kız) bayıla bayıla bu yerel kebabımızın tadını çıkardılar, benim kız bu halinin daha lezzetli olduğunu söyledi. Yanlış anlamayın, yerken tabii ki iç organlar çıkarılıyor, ancak sanırım yıkanmamış olması, balığın deniz suyuyla kalmış olması ona farklı bir tad veriyor.
Sonuç olarak 3 günlüğüne de olsa, arkadaşlarla bir araya geldik, iyi kötü denizimize girdik, sardalyamızı hem de en bakir versiyonuyla yedik, bir de Geyikli'de Eyvah Eyvah 3'ün çekimleri vardı, kızlar ufaktan figüranlık da yaptılar, insan daha bir tatilde ne ister.. Çanakkale'de tesadüfen yüzmeye geldiğimiz tesiste, yine aynı kankamla 35 sene önce ailece çadırda kaldığımızı farkedince "tevafuk" kelimesinin anlamını daha iyi kavradık.
Eylül de geldi, balık yasağı kalktı, ben hepinize bol bol balık yemenizi, hatta tesis yetersizliği yaşanmıyorsa tenekeli ya da tenekesiz orjinal sardalya kebabı yapmanızı ve ne olursa olsun arkadaşlarınıza, dostlarınıza sıkı sıkı sarılıp, sahip çıkmanızı tavsiye ederim.
Haa, eğer elinize çok sardalya geçerse, kış için tuzlu balık da yapabilirsiniz, benden söylemesi..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder