Daha önce bahsetmiştim.
Yaz tatilinden önce sigorta yaptırırken belki hafta sonu kaçıveririz diye arabanın yeşil sigortasını 15 günlük değil de birkaç aylık yaptırmıştık.
Araya annemin yazlıkta olması, ne yazık ki aniden kaybettiğimiz yengemiz girdi ve erteleye erteleye bu günlere geldik.
Eşimin yıllardır hayaliydi, annesini, babasını bizi alarak bundan 120-130 yıl önce dedelerinin kalkıp geldiği, daha doğrusu olumsuz şartlardan dolayı ayrılmak zorunda kaldığı Bulgaristan'daki köyüne götürecekti.
Bu hafta sonu Allah'ın izniyle bu hayali gerçekleştirdik.
Cumartesi sabahı erkenden yola çıktık. Çocukları eşimin teyzesine bıraktık, eşim, annem, Kayınvalidem, Kayınpederim ve ben arabaya doluştuk. Önce Edirne'ye gidip kaçınılmaz olarak Edirne ciğeri yedik. Eşim ve benim olduğum bir ortamda Edirne'den geçip de Edirne yaprak ciğer yemeden geçme çok mümkün olamazdı. Sabah saat 11.30 olmasına ve ciğercinin daha yağı bile kızdırmamasına rağmen büyükleri de kötü emellerimize alet ederek soluğu ciğercide aldık ve afiyetle mideye indirdik.
Ciğer ziyafetinden sonra, şansımıza Kapıkule yoğun değildi, kolayca geçtik gittik. Eşim önceden çok güzel bir planlama yapmıştı, dolayısıyla bize detayları düşünme işi kalmadı.
Sınırı geçtikten sonra ilk durağımız Stara Zagora adlı şehir oldu. Bu şehirde çok enteresan bir şey yoktu, bir tek Türklerin döneminden kalan, daha sonra minaresi indirilerek kilise yapılan, daha sonra AB hibesi ile müze haline getirilen Hamza Bey camiini gezdik.
Zaten program yoğundu, kısa sürede oradan ayrıldık.
Stara Zagora'dan sonra dağlara tırmanmaya başladık.
Bana şu an aklından Bulgaristan ile ilgili ne kaldı diye sorsanız tek kelime ile cevap veririm, Yeşil..
Ben hayatımda bu kadar çok bu kadar güzel ağacı, bu kadar çeşit yeşil tonunu üstelik ülkenin bir başından öbür yanına devamlı, başka bir yerde görmedim. Bizim Uludağ ya da Abant gibi kısıtlı bölgelerde gördüğümüz ağaç çeşidini ve rengini yollar dağlar boyu hep gördük. Bu arada hayatımda ilk defa I Pad ve Google haritalar programlarının bu kadar faydalı olduğunu müşahede ettim.
Diğer ülkelerde olduğu gibi İngilizce bilen yok. E biz de Bulgarca bilmiyoruz. Anlaşmak ve yol tarifi almak mümkün değil. Eğer cihazlar, haritalar olmasa dağın başında oturup ağlardık herhalde.
Hele de yanımızda 60 yaş üstü ve son derece planlı ve kontrollü (1940lı modeller ne yazık ki öyle) üç ebeveyn varken kontrolü kaybetmek gibi bir lüksümüz de yoktu.
Dağlardan, ağaçların arasından yeşillikleri ağaçları seyrede seyrede rüya aleminde gibi bir yerleşim yerine ulaştık. Eşim bize önceden bilgi vermemişti, dolayısıyla nereye ve neden geldiğimizi bilmiyorduk.
Tryavna denen bu güzel kasaba meğer Bulgaristan'ın en turistik yerlerinden biriymiş.
Bizim Safranbolu ya da Amasra gibi bir şehir düşünün, yöresel mimarisi olan, sadece turizm ile geçinen bir şehir.
Yazacak şey çok...Bir sonraki yazıda devam edelim..
Yaz tatilinden önce sigorta yaptırırken belki hafta sonu kaçıveririz diye arabanın yeşil sigortasını 15 günlük değil de birkaç aylık yaptırmıştık.
Araya annemin yazlıkta olması, ne yazık ki aniden kaybettiğimiz yengemiz girdi ve erteleye erteleye bu günlere geldik.
Eşimin yıllardır hayaliydi, annesini, babasını bizi alarak bundan 120-130 yıl önce dedelerinin kalkıp geldiği, daha doğrusu olumsuz şartlardan dolayı ayrılmak zorunda kaldığı Bulgaristan'daki köyüne götürecekti.
Bu hafta sonu Allah'ın izniyle bu hayali gerçekleştirdik.
Cumartesi sabahı erkenden yola çıktık. Çocukları eşimin teyzesine bıraktık, eşim, annem, Kayınvalidem, Kayınpederim ve ben arabaya doluştuk. Önce Edirne'ye gidip kaçınılmaz olarak Edirne ciğeri yedik. Eşim ve benim olduğum bir ortamda Edirne'den geçip de Edirne yaprak ciğer yemeden geçme çok mümkün olamazdı. Sabah saat 11.30 olmasına ve ciğercinin daha yağı bile kızdırmamasına rağmen büyükleri de kötü emellerimize alet ederek soluğu ciğercide aldık ve afiyetle mideye indirdik.
Ciğer ziyafetinden sonra, şansımıza Kapıkule yoğun değildi, kolayca geçtik gittik. Eşim önceden çok güzel bir planlama yapmıştı, dolayısıyla bize detayları düşünme işi kalmadı.
Sınırı geçtikten sonra ilk durağımız Stara Zagora adlı şehir oldu. Bu şehirde çok enteresan bir şey yoktu, bir tek Türklerin döneminden kalan, daha sonra minaresi indirilerek kilise yapılan, daha sonra AB hibesi ile müze haline getirilen Hamza Bey camiini gezdik.
Zaten program yoğundu, kısa sürede oradan ayrıldık.
Stara Zagora'dan sonra dağlara tırmanmaya başladık.
Bana şu an aklından Bulgaristan ile ilgili ne kaldı diye sorsanız tek kelime ile cevap veririm, Yeşil..
Ben hayatımda bu kadar çok bu kadar güzel ağacı, bu kadar çeşit yeşil tonunu üstelik ülkenin bir başından öbür yanına devamlı, başka bir yerde görmedim. Bizim Uludağ ya da Abant gibi kısıtlı bölgelerde gördüğümüz ağaç çeşidini ve rengini yollar dağlar boyu hep gördük. Bu arada hayatımda ilk defa I Pad ve Google haritalar programlarının bu kadar faydalı olduğunu müşahede ettim.
Diğer ülkelerde olduğu gibi İngilizce bilen yok. E biz de Bulgarca bilmiyoruz. Anlaşmak ve yol tarifi almak mümkün değil. Eğer cihazlar, haritalar olmasa dağın başında oturup ağlardık herhalde.
Hele de yanımızda 60 yaş üstü ve son derece planlı ve kontrollü (1940lı modeller ne yazık ki öyle) üç ebeveyn varken kontrolü kaybetmek gibi bir lüksümüz de yoktu.
Dağlardan, ağaçların arasından yeşillikleri ağaçları seyrede seyrede rüya aleminde gibi bir yerleşim yerine ulaştık. Eşim bize önceden bilgi vermemişti, dolayısıyla nereye ve neden geldiğimizi bilmiyorduk.
Tryavna denen bu güzel kasaba meğer Bulgaristan'ın en turistik yerlerinden biriymiş.
Bizim Safranbolu ya da Amasra gibi bir şehir düşünün, yöresel mimarisi olan, sadece turizm ile geçinen bir şehir.
Yazacak şey çok...Bir sonraki yazıda devam edelim..
BULGARİSTAN'DAN KAÇMADIK! GERİ ÇEKİLMEK ZORUNDA KALDIK DİLARA :)
YanıtlaSil(KB)
Bu kadar kızmanıza gerek yoktu Sayın KB..(Büyük harfle yazınca bağırmak oluyor biliyorsunuz) Uyarınız üzerine gerekli düzeltme yapılmıştır. Umarım sizler de en kısa zamanda oraları görür, fotoğraflarını çekersiniz..
SilVe şimdilik geri çekildik, bekliyoruz.
YanıtlaSil