Hafta başı eşim bazı arkadaşlarımıza ve aile üyelerine ekli resmi yolladı.
Anneler gününün yaklaşmakta olduğu bu günlerde bana gelecek hediye az çok netleşmeye başlamıştı.
Daha önce bahsettim, Anneler Günü , Sevgililer Günü, Doğum Günü hediyelerini çok sevmem. Bana zoraki ve ticari gelir.
Ama bu mesaj ve bu resim aile içinde bayağı polemiğe neden oldu, söylemeden geçemeyeceğim.
Dün sabah çok sevdiğim ve fikirlerine değer verdiğim psikolog Sayın Özgür Bolat'ın bazı yazılarını arkadaşlara ve eşime forward ettim.
Fırsatınız olur da okursanız oldukça beğeneceğinize eminim.
Bu mailler aramızda gelip giderken, eşim de bizimle bir mail paylaştı.
Bugünkü yazımız bu noktadan itibaren eşim ve sevgili dostumun yazısıdır.
Konuk yazarlara şimdiden huzurunuzda teşekkür ederim.
Yazının telif bedelleri Fırında Oğlak ya da Kıyıköy'de Kalkan olarak, zaman içinde bir ara, Allah kısmet ederse, ölmez sağ kalırsak, hayırlısı olursa, yazgıda varsa vb vb ödenecektir.
Gelen mail şöyle:
Mina Urgan demiş ki; "Ben sahip olduklarımın tadını çıkarmayı öğrendim hayatta. Sahip olamadıklarımın ve olamayacaklarımın acısına ise ayıracak zamanım yok.
Hayat çok kısa."
... daha çok şeye ihtiyaç duymak değil, varolanla yetinebilmeyi başarmak onemli olan...
Charlotte Kuralı
Charlotte, Paris'te yaşayan çok güzel bir kızdır. O kadar güzeldir ki, sarı saçları şelaleler gibi omuzlarından kollarına dökülür.
Boyu upuzun, bacakları upuzundur. Bir reklam ajansında, müşteri temsilcisi olarak çalışır. İyi para kazanır. Ailesi çok varlıklıdır hatta. Geçen yaz, Güney Fransa'daki malikánelerini, Brad Pitt-Angelina Jolie çiftine kiralamışlardı. Hatta, "Geldiğimizde evde, hizmetlilerden başka kimse olmasın" diye tembihlemelerine rağmen, Charlotte gidişini muzipçe geciktirmiş ve bu meşhur çiftle tanışmıştı.
Bense Charlotte'u geçen hafta Paris'te tanıdım. Şu ana kadar, fütursuz bir roman girişi gibi gelişen bu bilgileri almanız, kuralı sorgulamamanız açısından önemli.
Paris'te, bir arkadaşım beni Charlotte'un evine davet etti. Bilirsiniz, insanlar birbirlerinin hayatını merak eder, fark etmedenve ettirmeden incelerler. Hatta benim en sevdiğim şeylerden biri, sokakta, perdeleri sonuna kadar açık evlere ve orada yaşananlara şahit olmaktır. İnsanın içi, insanlığa ısınır. Dersin ki, "Oh.... Üç aşağı beş yukarı aynı şeyler işte!" Ben de, böyle gözlerle incelemeye başladım biraz önce tanıdığım bu güzel Fransız kızın hayatını.
Herkesin evinden yola çıkıp, kendisine varmak mümkün.
Fakat bu evde bir tuhaflık vardı. Her şeyden çok az vardı bu evde..Gerektiği kadar. Mesela, bir şampuan bir sabun. Küvetin kenarında öyle yalnız başlarına... (Birbirleriyle uzun zamandır konuşmadıklarına eminim.) Minnacık bir dolap. İçinde birkaç elbise kazak. Altı yedi ayakkabı. İki dvd. Beş cd. Ipod. Dört bardak, birkaç tabak. Birkaç mum. En fazla on tane kitap. Hiç ruj yok! Çantasındaymış. Zaten lipstick o da... Hayatta bazen, birleştirdiğin kalıpların tamamen dışı bileşimler olur da, şaşakalırsın ya. Başa dönersin ya. Bir yerde bir hesaba, olmazsa olmaz diye eklediğin bir kalem birdenbire, tek bir örnekle, kendini siler ya. Öyle oldu bana.
Gözlerindeki silik eyeliner dışında, süsü de yok bu kızın. Peki bu kız nasıl böyle kız oldu? Nasıl böyle sade kaldı? Kadın oldu? Dışarıda bu kadar az şeyle, içi çok oldu? Anlayamadım. Çözemedim. Ona zaten banyosunu gördükten sonra, "Miss Simplicity" adını takmıştım hemen. Bayan Sadelik.. Beni şaşırtan şey, aynı zamanda modellik yapacak kadar güzel ve havalı, aynı zamanda varlıklı bir kızın bu hayat seçimi. Olağanüstü... Kendi hayatım, arı kovanı gibi başımda vızıldamaya başladı. Paris sokaklarında beni takip edip durdu bu arılar. Tek çöp bir şey alamadım. Hep sordum: buna gerçekten ihtiyacım var mı? Buna benzer, aynı işi gören bir şeyim var mı?... Koca koca alışveriş merkezleri, bizi kandırmak için birbirleriyle iddiaya girmiş ahtapotlar gibi gelmeye başladı. Kaçtım, kaçtım, saklandım.
Sahip olduklarımın,yarısından fazlasına ihtiyacım yoktu.
Hayatı ağırlaştıran şey, seçim çokluğu.
Az şey kadar güzeli yok. Gereği yok.
Sonumuz belli.
Banyoda bütün ürünler, dopdolu şişelerle birbirlerini köpürtürken, hiç giymediğimiz kazaklar lüzumsuzca dizilmiş t-shirt'lere dolapta el şakası yaparken, hiç açılmamış kitaplar kendi kendilerine konuşurken... Biz orada olmayacağız. Üstelik onlar da, boşu boşuna bizden başka kimsenin olmamış olacak.
Anladınız değil mi Charlotte kuralını?
Her zaman " Hayatta daha neyim eksik, daha ne isterim ki" cümlesini kurar, eşimi sık sık bayarım.
Sanırım sonunda kendisi de ikna oldu ki bu yazıyı benimle paylaştı bizimle.
Çok sevdiğim can dostum, canım arkadaşım ise mailleri ve yazıyı okumuş ve bana göre çok daha detaylıca sorgulamış konuyu.(mühendis yaklaşımı) Ve olası ana fikirleri aşağıda bizim için kısaca özetlemiş :
a) Çok güzel ve çok varlıklı olmak için azla yetinmesini bilmeliyiz.
b) Şelale gibi dökülen sarı saçlarınız ve upuzun bacaklarınız yoksa gereksiz alışverişten kendinizi alamazsınız.
c) Charlotte Paris'te yaşayan çok güzel bir kızdır.
d) Rujumuzu her zaman çantamızda taşımalıyız.
e) Anneler gününde hediye beklememeliyiz, bir öpücük yeter. (Charlotte olsa istemezdi) Bakınız: İlk resim.
Kendisine teşekkür ediyor ve bu noktada sazı elime alıyorum.
Zenginlik çok şeye sahip olmak değil az şeye ihtiyaç duymaktır.
Umarım Allah hepimize birer Charlotte olabilmeyi kısmet eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder