10 Mayıs 2013 Cuma

Anneler Günü, Gözyaşartan Hediye ve Charlotte ...

Hafta başı eşim bazı arkadaşlarımıza  ve aile üyelerine ekli resmi yolladı.



Anneler gününün yaklaşmakta olduğu bu günlerde bana gelecek hediye az çok netleşmeye başlamıştı.

Daha önce bahsettim, Anneler Günü , Sevgililer Günü, Doğum Günü hediyelerini çok sevmem. Bana zoraki ve ticari gelir.

Ama bu mesaj ve bu resim aile içinde bayağı polemiğe neden oldu, söylemeden geçemeyeceğim.

Dün sabah çok sevdiğim ve fikirlerine değer verdiğim psikolog Sayın Özgür Bolat'ın bazı yazılarını arkadaşlara ve eşime forward ettim.

Fırsatınız olur da okursanız oldukça beğeneceğinize eminim.


Bu mailler aramızda gelip giderken, eşim de bizimle bir mail paylaştı.

Bugünkü yazımız bu noktadan itibaren eşim ve sevgili dostumun yazısıdır.

Konuk yazarlara şimdiden huzurunuzda teşekkür ederim.

Yazının telif bedelleri Fırında Oğlak ya da Kıyıköy'de Kalkan olarak, zaman içinde bir ara, Allah kısmet ederse, ölmez sağ kalırsak, hayırlısı olursa, yazgıda varsa vb vb ödenecektir.

Gelen mail şöyle:

Mina  Urgan demiş ki; "Ben sahip olduklarımın tadını  çıkarmayı öğrendim hayatta.  Sahip olamadıklarımın ve olamayacaklarımın  acısına ise ayıracak zamanım yok.

Hayat çok  kısa."

... daha çok şeye ihtiyaç duymak değil,  varolanla yetinebilmeyi başarmak  onemli olan... 

Charlotte Kuralı  

Charlotte, Paris'te yaşayan çok güzel bir  kızdır. O kadar güzeldir ki, sarı saçları  şelaleler gibi omuzlarından kollarına  dökülür.

Boyu upuzun, bacakları upuzundur. Bir  reklam ajansında, müşteri temsilcisi olarak  çalışır. İyi para kazanır. Ailesi çok  varlıklıdır hatta. Geçen yaz, Güney Fransa'daki  malikánelerini, Brad Pitt-Angelina Jolie  çiftine kiralamışlardı. Hatta, "Geldiğimizde  evde, hizmetlilerden başka kimse olmasın" diye  tembihlemelerine rağmen, Charlotte gidişini  muzipçe geciktirmiş ve bu meşhur çiftle  tanışmıştı.


Bense Charlotte'u geçen hafta  Paris'te tanıdım. Şu ana kadar, fütursuz bir  roman girişi gibi gelişen bu bilgileri almanız,  kuralı sorgulamamanız açısından  önemli.
Paris'te, bir arkadaşım beni  Charlotte'un evine davet etti. Bilirsiniz,  insanlar birbirlerinin hayatını merak eder, fark  etmedenve ettirmeden incelerler. Hatta benim  en sevdiğim şeylerden biri, sokakta, perdeleri  sonuna kadar açık evlere ve orada yaşananlara  şahit olmaktır. İnsanın içi, insanlığa ısınır.  Dersin ki, "Oh.... Üç aşağı beş yukarı aynı  şeyler işte!" Ben de, böyle gözlerle  incelemeye başladım biraz önce tanıdığım bu  güzel Fransız kızın hayatını.

Herkesin evinden  yola çıkıp, kendisine varmak mümkün.

Fakat bu  evde bir tuhaflık vardı. Her şeyden çok az vardı  bu evde..Gerektiği kadar. Mesela, bir şampuan  bir sabun. Küvetin kenarında öyle yalnız  başlarına... (Birbirleriyle uzun zamandır  konuşmadıklarına eminim.) Minnacık bir dolap.  İçinde birkaç elbise kazak. Altı yedi ayakkabı.  İki dvd. Beş cd. Ipod. Dört bardak, birkaç tabak.  Birkaç mum. En fazla on tane kitap. Hiç ruj  yok! Çantasındaymış. Zaten lipstick o da...  Hayatta bazen, birleştirdiğin kalıpların tamamen  dışı bileşimler olur da, şaşakalırsın ya. Başa  dönersin ya. Bir yerde bir hesaba, olmazsa  olmaz diye eklediğin bir kalem birdenbire, tek  bir örnekle, kendini siler ya. Öyle oldu bana.  

Gözlerindeki silik eyeliner dışında, süsü de  yok bu kızın. Peki bu kız nasıl böyle kız oldu?  Nasıl böyle sade kaldı? Kadın oldu? Dışarıda bu  kadar az şeyle, içi çok oldu? Anlayamadım.  Çözemedim. Ona zaten banyosunu gördükten  sonra, "Miss Simplicity" adını takmıştım hemen.  Bayan Sadelik.. Beni şaşırtan şey, aynı zamanda  modellik yapacak kadar güzel ve havalı, aynı  zamanda varlıklı bir kızın bu hayat seçimi.  Olağanüstü... Kendi hayatım, arı kovanı gibi  başımda vızıldamaya başladı. Paris sokaklarında  beni takip edip durdu bu arılar. Tek çöp bir  şey alamadım. Hep sordum: buna gerçekten  ihtiyacım var mı? Buna benzer, aynı işi gören bir  şeyim var mı?... Koca koca alışveriş  merkezleri, bizi kandırmak için birbirleriyle  iddiaya girmiş ahtapotlar gibi gelmeye başladı.  Kaçtım, kaçtım, saklandım.

Sahip olduklarımın,yarısından fazlasına ihtiyacım yoktu. 

Hayatı  ağırlaştıran şey, seçim çokluğu.

Az şey kadar  güzeli  yok. Gereği yok. 


Sonumuz belli.

Banyoda  bütün ürünler, dopdolu  şişelerle birbirlerini  köpürtürken, hiç giymediğimiz  kazaklar lüzumsuzca dizilmiş t-shirt'lere  dolapta el şakası yaparken, hiç  açılmamış  kitaplar kendi kendilerine konuşurken... Biz  orada olmayacağız. Üstelik onlar da, boşu  boşuna bizden başka kimsenin olmamış  olacak.

Anladınız değil mi Charlotte kuralını?

Aslında benim hayatta her zaman uyguladığım, hatta eşimle pek de anlaşamadığımız bir kuraldır.

Her zaman " Hayatta daha neyim eksik, daha ne isterim ki" cümlesini kurar, eşimi sık sık bayarım.

Sanırım sonunda kendisi de ikna oldu ki bu yazıyı benimle paylaştı bizimle.


Çok sevdiğim can dostum, canım arkadaşım ise mailleri ve yazıyı okumuş ve bana göre çok daha detaylıca sorgulamış konuyu.(mühendis yaklaşımı) Ve olası ana fikirleri aşağıda bizim için kısaca özetlemiş :


a)      Çok güzel ve çok varlıklı olmak için azla yetinmesini bilmeliyiz.
b)      Şelale gibi dökülen sarı saçlarınız ve upuzun bacaklarınız yoksa gereksiz alışverişten kendinizi alamazsınız.
c)       Charlotte Paris'te yaşayan çok güzel bir kızdır.
d)      Rujumuzu her zaman çantamızda taşımalıyız.
e)      Anneler gününde hediye beklememeliyiz, bir öpücük yeter. (Charlotte olsa istemezdi) Bakınız: İlk resim.

Kendisine teşekkür ediyor ve bu noktada sazı elime alıyorum.

Zenginlik çok şeye sahip  olmak değil az şeye ihtiyaç duymaktır. 

Umarım Allah hepimize birer Charlotte olabilmeyi kısmet eder.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İlginizi Çekebilir;

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...