Geçen yazıda Çanakkale Sardalyasında kalmıştık.
Rahmetli dayım her sene elleriyle kilolarca sardalya alır,iri tuzla bir sıra tuz bir sıra sardalya tuzlar, tenekeye basar ağzını lehimlerdi.
Rahmetli dayım her sene elleriyle kilolarca sardalya alır,iri tuzla bir sıra tuz bir sıra sardalya tuzlar, tenekeye basar ağzını lehimlerdi.
Biz de kışın tuzlanmış sardalyaları bir gece önceden temizleyip
sirkeye basıp tuzunu atmasını bekler ertesi gün afiyetle yerdik.
Ama Midilli'de Kalloni Sardalyası diye bir kavram var. O gün
tutulmuş en küçük sardalyalar derin bir kaba konuyor ve üstüne çıkacak kadar
tuz ekleniyor. 8-10 saat sonra tuzundan ayırılıyor, temizleniyor ve işte harika
bir iştah açıcı. Balık tuzun etkisiyle pişiyor ve afiyetle yeniyor.
Eğer İstanbul'da o kadar taze ve küçük sardalya bulabilirsem ben
de deneyeyim diyorum.
Mutfaktan bahsedip Petra'daki kadınlar kooperitifinden söz etmemek
olmaz.
Hemen çarşı girişinde üst katta yer alan kadınlar kooperatifinde
yediğim yemekleri hayatım boyunca unutmam sanırım mümkün olmayacak.
Türk ve Yunan mutfağının çoğu ortak olan harika zeytinyağlı
yemeklerinin tümünün en kaliteki şekilde yapıldıklarını düşünün. Ama bir de
bunlara peynir ve maydanozla börek içi gibi hazırlanan için kabak çiçeğine
doldurulmuş ve zeytinyağından kızarmışını ekleyin. Börekleri filan anlatmıyorum
bile..
Ama kendimi anlatmak zorunda olduğum bir yemek var.
Göbek marul yatağında terbiyeli kuzu haşlama..
Adada yetiştirilen kuzu haşlanıyor. Oldukça büyük parçalar halinde..
Sonra yumurta ve limonla yapılan terbiye etin suyuna
karıştırılıyor.
Daha sonra kaşık marul bu güzel et suyunda biraz yumuşatılıp
tabağın altına koyuluyor üzerine haşlanmış etimiz oturtuluyor ve terbiyeli et suyu
da tabağa ekleniyor.
Hayatımda yediğim en güzel yemeklerden biriydi.
Ama evde yapsam becerebilir miyim bilmiyorum. Kooperatifte bizim
gibi yemekleri beğenenler evlerinde aynısından yapabilsinler diye kartpostallar
basılmış ve arkasına da yemek tarifleri yazılmış. Ben de bu tarifi
kartpostalları okumak yoluyla anlatabildim, yoksa nerede bende tadına bakarak
nasıl yapıldığını anlayacak beceri.
Örnek olması bakımından 8 kişi, herkes etli bir yemek, ortaya
kalamar, ahtapot,börekler zeytinyağlılar, 55 EUR civarında bir hesap ödedik
ki, o yemekleri o porsiyon büyüklüğünde ve o lezzette 8 kişi yesek burada
herhalde en az 400-500 TL öderdik.
Son gün gelmeden önce Apothikes denen yerleşim yerinde bir yemek
yedik. Tabii ki balık. Yine bir aile lokantası, karı koca işletiyorlar, bir kelime bile
İngilizce bilmiyorlar, biz de Rumca. Ama kuş dili vücut dili bir şekilde her
yerde anlaştık dükkan sahipleriyle..
Kızlardan biri merdivenlerden inerken terliği kaydı düştü ve
poposuyla merdivenleri saydı.
Tabii ki canı çok acıdı ve çok ağladı. Hemen buz filan koyduk.
Neyse, bir süre sonra lokantanın sahibi teyze geldi, Rumca
birşeyler söyledi, biz anlamadık tabii..
Sonra kızı bir sandalyeye oturttu, kendisi de yanına oturdu, aynı
bizler gibi ama kendi dinine göre dua okumaya başladı. Bir taraftan da kızın
acıyan yerini okşuyordu. Okudu, okudu ve gitti.
O kadar etkilendim, o kadar hoşuma gitti ki anlatamam.
Bu da hayatımın en güzel anıları arasında yer aldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder