Yemek yemeyi seviyorum.
Hayatımın hiçbir dönemimde zarif
ve zayıf biri olmadım. Zaten yazılarımdan da yemeye içmeye, yemek yapmaya olan
düşkünlüğümü anlıyorsunuzdur sanıyorum.
Ne yapayım, istediğini de
yemezsen hayatın tadı çıkmaz ki..
Her neyse, yemeği sevince
yemekten bahsedenleri de ister istemez seviyor insan.
Eskiden bir tek Mehmet Yaşin
vardı.
Çıkar, gezer, gezip gördüklerini
yazar, gitmişken artık orda Allah ne verdiyse yer, her zamanki soğuk ve ruhsuz tavrıyla,
tüm yemeklere “damak çatlatan “ diye yorum yapar, kalkıp giderdi.
Ardından hayatımıza Vedat Milor
girdi.
Bir süre önce Ata Demirer ile
beraber bir sohbetlerini okumuştum. ”Beraber yemeğe çıktığım kadın salata yer, onu da bitirmeyip tabağın dibinde
çatalla oynarsa benim o kadınla mutlu olmam mümkün değil “demişti. Hatta
röportajdan aynen alıntı yapalım.
“Kadın seninle o anı paylaşmalı, sohbet etmeli, yorumlarda
bulunmalı. Benim eşim bunları yapıyor.” diyor. İşte buna bayılmıştım. Zira
yemeyen içmeyen sadece diyet düşünen biri yaşamasın daha iyi bana göre. Allahtan
eşim de bu konuda benimle aynı fikirde , denemeye , farklı tadlar tatmaya ,
gezmeye ve gezdiği yerlerde mutlaka yerel şeyler yemeğe benim gibi açık da ,
harmoni içinde yaşayıp gidiyoruz. (Yaşamak için değil yemek için yaşayanlardan
olduğum çok mu belli oldu?)
Ben Vedat Milor’un gurmeliğinden, bazı insanların onu ukala ya da snob olarak değerlendirmesinden, ellerinin titremesinden, yağları çenesinden akıtarak yemesinden filan bahsetmeyeceğim.
Beni bu yazıyı yazmaya iten iki şey var.
Birincisi, yemek yerken müthiş zevk alması. Program yapmak
için değil, gitmiş olmak için gitmiyor, tatmak için tatmıyor, orada gerçekten olmak
istediği için oraya gidiyor ve tadını çıkararak bir güzel yiyor.
Diğer neden de şu : Geçenlerde yazdığım Tolga Çevik
yazısında belirttiğim gibi, Vedat Milor’un
savaşçı tarafından ve azminden etkilendiğim için yazıyorum bu yazıyı.
Annesi ve babası o beş yaşındayken ayrılmış, babası başkasıyla beraber
yaşamaya başlayınca annesi bunalıma girmiş, Vedat Milor bunun üzerine babaanne
ve dedesiyle yaşamaya başlamış. Onlar ölünce Galatasaray Lisesine yatılı olarak
gitmiş. Ardından benim de bir şekilde
mezun olmayı başarabildiğim Boğaziçi Ekonomi
bölümünü şeref derecesiyle tamamlamış. Arkasından CV , London School of Economics, Berkeley Üniversitesi, Dünya Bankası, Brown Üniversitesi, Princeton Üniversitesi, Georgia Teknoloji Enstitüsü,Koç Üniversitesi şeklinde devam ediyor.
Yani CV çok ama çok dolu ve şık. Vedat Bey , bütün
hafta nerdeyse aç oturup, haftada bir defa mutlaka “iyi yemek” yemiş. Radyo
alamamış , ama ayda bir Fransa’da iyi
lokantalara gidip yemek yemiş.(bursundan ayırarak) Yemek ve şarap konusu hep kalbindeymiş ama
babası onun istediklerini yapmasına ve yüreğinin sesini dinlemesine izin
vermemiş.
Fakat tüm yapması gerekenleri yapıp, başarması gerekenleri
başarmış ve sonunda aklında kalanları yapmaya karar vermiş. Hatta bana sorarsanız
iyi bile olmuş, bence tüm birikimleri, yaşadıkları, yaptıkları, başardıkları ,
onun bugün Türkiye’de “duayen gurme” olmasını ve bir akım yaratmasını sağlamış.
Belki de Türkiye’de de Michelin yıldızlı bir lokanta açılır
da, Vedat Bey’den orayı izler ve sonunda da gidebilme şansı yakalarız ne
dersiniz?
Not : Programlarından samimiyeti nedeniyle en sevdiğim
bölümün linki ekte, belki göz atmak istersiniz. http://www.youtube.com/watch?v=gcgVdlMQq3A
A be güzel kuzen, çakma gurme Çağlar Şahin için de bir yazı yazarsın? :Pp
YanıtlaSilYa yazarım tabii de, CV yeterli değil..Şaka bir yana , beni etkileyen kendisinin burs paralarından ayırarak bu yönünü gelişirmesi , yani bazı günler aç kalmayı göze alıp , sonra gidip özel yemekler yemesi,zamanı gelince de kendini bu konuya adamasıydı.Oysa sen 30 yaşına gelip , kendi paranla yemek yiyorsun.Aynı değil..:))
YanıtlaSil