Birkaç hafta önce gazetede bir
yazı okudum.
Araya hep keyifli konular girdi. Ben
de bu konuyu halının altına süpürdüm. Ama yok, olmuyor, bir şekilde
yüzleşmeliyim yeniden, hatta hep beraber yüzleşmeliyiz.
Biliyorsunuz bir süre önce
İstanbul Film festivali vardı. Ben izlemedim ama NTV belgesel filmleri
kuşağından China Blue filminin konusu beni bir gün filan yemeden içmeden kesti
diyebilirim. Üstelik sadece konusunu okuyarak. Hatta ardından Pazar sabahı
yapılan keyifli kahvaltı saatinde tüm aileye okutularak.
Film Jasmine’nin hikayesini
anlatıyor. Çin’de yaşanan insanlık suçunu..Ve bu suçu işleyenin oradaki
fabrikanın sorumlusu kadar aslında bizler, yani daha fazla , daha marka , daha
çeşitli giyinmek isteyen bizler olduğunu.
Boğazında düğümlenip kalıyor insanın.
Şu anda Çin’de insanlık tarihinin
en büyük göçü yaşanıyor. 130 milyon Çinli, taşı toprağı altın diyerek kırsaldan
kentlere taşınıyor. Ve bunun sonucunda köpekler gibi çalışıp saatte 10 kuruş
kazanıyorlar.
Jasmine, birçok yaşıtı gibi fason
jean üreten bir fabrikada iş buluyor. Fabrika lojmanında 12 kişi bir odada
4.katta kalıyor. Fabrika verdiği yemeğin parasını da maaşından kesiyor bu
arada. Aylık geliri tutarsız ama max 60 usd civarında olduğunu söyleyebiliriz.
Çalıştığı fabrikanın lobisinde
“Müşteri her zaman bir numaradır” yazıyor. İşte “müşteri odaklı yaklaşım”
kavramının, insan haysiyetini ezip geçtiği an.
Bu gayri insanı çalışma şartları
dünya kamuoyunda duyuldukça, özellikle büyük markalar, Çin’deki üretim tesislerini periyodik olarak
gönderdikleri müfettişlerde denetliyorlar. Ama müfettişlerin geleceği zaman da
belli, soracakları sorulara verilecek
yanıtlar da..Mesela müfettişlere düzenli mola aldıklarına veya kazandıklarının
3 katı kazandıklarına dair yalanlar atıyorlar. Müfettişler de ikna oluyor L
Aslında oradaki çalışma koşulları,
bu markaların umurunda bile değil. Ama o müfettişleri yollayarak yaptıkları göya kamuoyunu,
ama aslında, para kapıları olan müşterilerinin içlerini rahatlatmak ve daha çok
satın almalarını sağlamak.
Buradaki işçiler günde 4 saat
uyuyor, bazen uyuyakalmamak için göz kapaklarını alınlarına mandalla
tutturuyor.
Biz de o kanla ve acıyla yıkanmış
ayakkabılarımızı, pantolonlarımızı, tişörtlerimizi giyip, çantalarımızı elimize
alıp, havalı bir şekilde trendy mekanlara , kafelere , restoranlara gidip,
utanmadan, sıkılmadan çevremize hava atıyor, hatta o giysilerle , aksesuarlarla
statümüzü ilan ediyoruz.
Sadece daha fazla giysimiz olsun,
sadece kendimizi daha iyi hissedelim, sadece kendimize mallarımızla statü
kazandıralım diye..İhtiyacımız olduğundan değil..
Eminim hepiniz çok büyük bir
telefon üreticisinin Tayvan kökenli en büyük tedarikçisindeki çalışanlardan 12
tanesinin, Çin’deki fabrikalarından birinde intihar ettiğini, yine Çin’de başka bir fabrikada da 300 işçinin fabrika
yönetimiyle anlaşamadığından çatıya çıkarak intihar girişiminde bulunduğunu
okudunuz.
Sadece kişisel zevklerimiz için Çin’de
her birimizin ayrı ayrı bir köle tutması ayıbıyla daha ne kadar yaşayabiliriz
ki?
Not : Fotoğraf, Çin’deki bir fabrikanın
mesai saati değişimini göstermektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder