Bir haftadır Datça’dayım. Kızlardan biri artık
havuzdan mı, yoksa yolda otobüsle gelirken TV seyrederken kullandığı
kulaklıktan mı bilmem, orta kulak enfeksiyonu oldu. Antibiyotik filan
toparlandı şimdi.
Hafta sonu eşim İzmir’de buluşmayı teklif etti. Hem
arkadaşlarla görüşecek hem de birbirimizi görecektik.
Kızın kulağı ağrıyınca baştan biraz bırakıp gitmeye
çekindim. Ama anneler her zaman harikalar yaratır bilirsiniz, annem kendisinin
ilgilenebileceğini söyleyince ben de bir geceliğine bırakıp İzmir’e gittim.
Gittim gitmesine de, bir taraftan aklım ve gönlüm
kızlar ve annemde kaldı. Annem benden daha iyi bakar, ondan şüphem yok, ama
kendini paralar ve üzer diye endişelendiğimden sık sık arayıp sormaya çalıştım.
Pazar sabahı aradım, konuştuk fakat öğlen 11 den
itibaren ne zaman annemi arasam telefon kapalı.
Bir daha, bir daha hep kapalı.
Evde telefon yok, tek iletişim kaynağı annemin cep
telefonu. Kızların da henüz telefonları yok.
Bilirsiniz böyle zamanlarda insanın aklına hep kötü
şeyler gelir. Getirmemeye çalışıyorum ama geliyor, sanırım bu da annemden geçen
bir özellik.
Neyse, önce aynı yerde tatil yapan arkadaşıma SMS
attım. Ondan da cevap yok. İyice kıllanmaya başladım. En son yüzsüzlüğü ele
alıp annemin arkadaşını cep telefonundan aradım ve durumu anlattım.
-Merak etme ben şimdi gider bakarım.
Dedi.
Beş dakika sonra annemden telefon geldi. Telefonun
şarjı bitmiş. Normal, bitebilir. O da fark edip şarja takmış zaten.
Ama işin garip tarafı, fark ettiği ve şarja taktığı
halde,telefonu açma gereği hissetmemiş. Kapalıyken öylece şarja takmış.
Hatta üzerine de ailecek öğlen uykusuna yatmaya karar
vermişler.
Annemin arkadaşı sağolsun haber verince bir sorun
olmadığını anlayarak rahat ettim.
Annemin telefon hikayeleri ünlüdür.
1997 yılında ilk defa cep telefonum olmuştu. Bir akşam
Taksim’de annemle buluşacak ve AKM de
opera bale gibi bir gösteriye gidecektik. Buluşma saatinde bir aksilik oldu ve
buluşamadık. Annemde cep telefonu yoktu, ama o bende olduğunu bildiği halde
beni aramamıştı ve hatta kalkıp taa Kadıköy’e eve geri dönmüştü.
Ama benim en sevdiğim hikaye şudur. Sevgili koyu
Fenerbahçeli kuzenim, eskiden ilk fırsatta herkesin cep telefonunu alır ve
zilini Fenerbahçe marşına çevirirdi.
Bir gün annemin telefonunu da ele geçirmiş ve anneme
haber vermeden zilini Fenerbahçe marşına çevirmiş.
Annem muayene olmak için Marmara Üniversitesine
gitmiş, sırasını beklerken bangır bangır bir Fenerbahçe marşı başlamış. Annem
de kendi kendine “Ne saygısız insanlar var, hastane ortamında telefon hem bas
bas bağırıyor, hem de açmıyorlar” diye söylenmiş. Telefon bir daha bir daha
çalınca yanında oturan diğer bekleyenlerden biri “Teyzecim sizin telefonunuz
çalıyor, açsanıza ” deyince annem çok utanmış.
Bu anne–çocuk telefon hikayeleri hiç bitmez. Çocuğunu
“Nerde kaldın, bu saatte eğlence mi olur?” diyen annenin aslında o anda canlı
fasıl çalan bir gece klübünde olduğunu
öğrenebildiğimiz, telefonu kapattım sanıp kapatmadan, az önce konuştuğu kişinin
dedikodusunun yanındakine yapmaya başlayan ve telefon kapanmadığından dedikodusu
yapılan kişinin duyabildiği bir dönemde yaşıyoruz. Genç aşıklar gibi Whatsapp'tan babalarıyla sabahtan akşama mesajlaşan anneleri olduğunu anlatanlar var.
Ama ne olursa olsun, anneler bilirler, anneler
öğrenirler, telefonu da, bilgisayarı da, her şeyi..Anneler her zaman çok
tatlıdır.
Allah onları başımızdan eksik etmesin.
Not : Fotoğraftaki kişi annem değildir, annem o fotoğraftaki hanımefendiden 15 yaş daha genç olmakla beraber annemin kendi fotoğrafını burada kullanmak istemediğimden internetten bulduğum bir başka fotoğrafı kullanmaktayım. İlgililere duyurulur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder