6 Temmuz 2012 Cuma

Rehabilitasyon ve Gerçek Dünyaya Adaptasyon...

Bugün yapacak birçok işim vardı.

İnsan tam zamanlı çalışırken meğer ne kadar çok kendisiyle ilgili işi erteliyor ve öteliyormuş, Pazartesi gününden beri normal mesaiden çok çalışıyorum ve yapılması gerekenler listesinin yarısına bile gelemedim.

Artık arabam da yok, ayrılırken iş yerine teslim ettim, aynı eski günlerdeki gibi toplu taşıma araçlarını kullanıyorum.

Şişli’de yapmam gereken görüşmeden sonra, Bebek’de bir görüşmem daha olacaktı.

Mecidiyeköy’den otobüse bindim.

Ama direk boğaz hattından gidemedim, zira otobüs yokmuş.

Ben de ilk gelen Ortaköy otobüsüne bindim, oradan Bebek’e geçmek kolay olur diye düşündüm.

Otobüs, Levent’ten girip Ulus’tan, Portakal Yokuşu’ndan Ortaköy’e gitti.
Aman Allah’ım.

Bu yolu gündüz, haftaiçi işgünü olan  bir günde, trafiksiz üstelik otobüsle en az 20 senedir geçmemiştim. (Kadıköy’den üniversiteye giderken bazen bu Etiler yolunu tercih ederdim.)

Kendimi suçlu hissettim. Sanki babasından gizli sigara içen küçük bir erkek çocuğu gibi.

Allah’ım, ne psikolojilere sokmuşum kendimi yıllarca.

Ortaköy’e gelince şöyle bir durdum. ”Kızım, kendine yiyecek bir şeyler al, deniz kıyısına git, orada manzarayı seyrederek ye, özgürsün artık, acelen yok, normalleş biraz,tadını çıkar. ” dedim kendi kendime.

Durum vahimdi.

Hani yıllarca hapishanede yatan mahkumlar vardır. Serbest bırakılmadan önce topluma uyum yapsınlar diye psikolojik yardım alırlar, ama buna rağmen dışarı çıkınca hemen uyum yapamazlar, sudan çıkmış balık gibi , hatta yeniden suç işlemeye meyilli olurlar.

İşte benim de o anda hissettiğim aynen buydu.

Yedim, içtim, biraz manzarayı seyrettim.

Tekrar otobüse bindim, Bebek’e doğru yola çıktım.

Yol boyunca Kuruçeşme, Arnavutköy, benim için gün içinde, trafiksiz, kalabalıksız, yabancı yerler gibiydi. Üniversite yıllarında genellikle Beşiktaş’ta otobüse binerek bu yolu takip edip Bebek’te okul durağında inerdim. 


Doz aşımı denen şey bu olmalıydı.

İşimi hallettikten sonra Bebek’ten ayrılmadan eski günlerde yaptığım bir şeyi yeniden yaşamak istedim.

1990’lı yılların başında da Bebek Kahve vardı. Ama o zaman bugünkü gibi ünlülerin gittiği lüks bir mekan değildi. Kapalı dört beş masası olan kendi halinde bir yerdi, bazen hemen yakındaki okulumuzdan çıkıp orada kahve içerdik.

İşim bitince Bebek Kahve’ye gittim. Bir acı kahve söyledim. Manzara harikaydı, sanki göl gibiydi deniz, her zamanki gibi, ama kendimi oraya çok yabancı hissettim. Zaten fazla oturmadan kalkıp eve döndüm.

Kölelikten kurtulmanın ilk günlerinde insan hala ayağında pranga varmışçasına, yavaş yavaş hareket ediyor.

Ama ben inanıyorum ki, en kısa sürede bu geçiş sürecini atlatıp, boğazda balık tutan hatta yüzen gençler, kafelerde oturan insanlar, İstinye Park’a gitmeye çalışan Arap turistler gibi suçluluk duymadan, zaten yaşamaya hakkım olduğunu kabul ederek sokaklarda gönlümce dolaşmaya başlayacağım.

Başaracağımdan eminim.

2 yorum:

  1. Sayfanızı ilk açtığımda beni karşılayan karanfilleri görünce nasıl mutlu oldum anlatamam
    İnsana olumlu bir enerji veriyor bu güzellik:)

    Suçluluk duymadan keyifle bol bol gezmenizi diliyorum:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O karanfiller kayınvalidemin kendi yetiştirdiği ve mevsiminde mis gibi kokan Osmanlı karanfilleridir. Aslında hiç de profesyonel olmayan bir makineyle çeksem de çok beğendiğimden bir süredir blogumun ana sayfasında kullanıyorum.İyi dilekleriniz için teşekkürler..

      Sil

İlginizi Çekebilir;

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...