18 Temmuz 2012 Çarşamba

Tatilde Nereye Gitsek? Gökçeada..

Bugün kuzenimle gideceğimiz bir iş görüşmemiz vardı.


Malum İstanbul trafik fena, dün akşamdan arabayla bize geldiler, gece bizde kaldılar.


İş görüşmesinden eve döndük, dönerken kuzenimin eşini de işinden aldık, ordayken 3 çocuğu evde yalnız bıraktık, neyse eve dönünce gördük ki, enkaz devralmadık.


Kuzenimin eşi bu sene daha yeni iş değiştirdiğinden, yıllık izni yok. Bu nedenle izne çıkabilmek için sadece bayram tatili opsiyonları var.


Bu nedenle tatil süreleri de kısıtlı.


Bir taraftan nereye gitsek diye görüşüyorlardı ki konu hayatta en sevdiğim konudur.


Kuzenin eşi aslında Fethiye'ye gitmek istiyormuş, hatta kuzenim de, ama bir hafta süreleri olduğundan araba kullan, boynun belin tutulsun, üstelik 2 gün de yolda ziyan et, anlamsız olur dediler.


Kuzenim Bozcaada'yı yeniden teklif etti, eşi beni artık hiçbir kuvvet Bozcaada'ya bir daha götüremez dedi.


Ve... Ta ta ta taaaa...
Aklıma neresi geldi bilin..


Tabii ki Gökçeada..


Hayatımda ilk kez 1979 yılında, hala her sene tatilimizi beraber yaptığım kankam  ve ailelerimizle gitmiştik. Ben 7, o 5 yaşındaydık.


Gökçeada'ya olan sevgim hiç bitmedi. Eşimle ve çocuklarla sık sık gittiğim bir tatil yöresidir.


Çanakkale 'nin ilçesi olan ve ülkemizin en büyük adası olan Gökçeada, aynı zamanda Türkiye'nin en batı noktasıdır.


Gökçeada'ya gitmek aslında Kabatepe limanına varmakla başlar. Eceabat'a yakın olan ve Çanakkale Şehitlikleri tarihi yarımadada yer alan bu bölgede bulunan plaj bana hep çocukluğumda yaptığımız çadır kampını hatırlatır. Hatta adaya geçmek  için vapur sırası beklerken mutlaka burada denize girerim.
Feribot yaklaşık 2 saat sürer ve Gökçeada limanına varırsınız. Limandan Gökçeada ilçe merkezi 10 dakika civarında zaman alır. Biz ne zaman gitsek Kaleköy'de Yakamoz otelde kalırdık, manzarası ve özellikle lokantası çok güzel olan bu otelden, en son aşağı Kaleköy'de apart otelde kalarak vazgeçtik.
Gökçeada'ya arabayla gitmek şarttır. Çünkü birçok köyü ve yüzülecek harika koyları olan ada arabayla gezmekle ancak bitirilebilinir.




Kale'ye çıkıp manzara seyretmeden, Kefaloz'a gidip sörf yapmadan, tuz gölünü görmeden,Laz koyunda yüzmeden,Uğurlu'ya gitmeden denizin tadı çıkmaz.
Ama ben adada nereyi severim diye sorarsanız, denizden başka şeylerden bahsederim.


Rum köyleri..


Hepsi birbirinden enteresan ve değişiktir.


Mesela Tepeköy...Bundan 50 yıl önce 1200 olan köy nüfusu şu an 32. Barba Yorgo'nun girişimiyle köy yeniden canlanmaya başlamış.


Böğürtlenlerin izini sürerek Zeytinli'ye gidebilir ve köyün ünlü dibek kahvesini içebilirsiniz. Madam'ın yeri çok  ünlüdür ama  Nefise Karatay'ın babasının kahvesine de gidebilirsiniz.


Burda Cicirya denen bir hamur yemeği de yapılıyor ama benim bir türlü deneme şansım olmadı. Belki gidince siz deneyebilirsiniz.


Eski Bademli koruma altındaki köylerden biri ve de köylerin içinde en canlı olanı.Yunanistan'dan ve İstanbul'dan gelenler eski evleri restore ederek burada yeni bir hayat kurmuşlar.


Bence Adada en acıklı yer Dereköy. 1950 hane ile Türkiye'nin kalabalık köyü iken şu an köy hayalet köye dönüşmüş.Eski evlerden keçiler çıkıyor. Çamaşırhane görmeye değer.


Bence bu sene tatilde bir de Gökçeada'yı deneyin.Daha önce Vize ile ilgili anlattığım Yavaş Şehir / Citta Slow ünvanını Gökçeada çoktan kazanmış bile..


Taze balıklarla, doğal zeytinyağıyla, badem kurabiyesiyle, organik tarımıyla ve de inanılmaz güzel oğlak etiyle (bazı yerlerde tepsiyle fırında pişirim yaptırabilir, aynı yerde yiyebilirsiniz..) damağınıza da hitap edecek bu adayı  eminim beğeneceksiniz.


İyi tatiller..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İlginizi Çekebilir;

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...