16 Temmuz 2012 Pazartesi

Topkapı Sarayı, Sultanahmet, Caferağa Medresesi, Samatya

Ramazan gelmeden, işe başlamadan, vakit varken kızların arzularını sırayla yerine getirmeye çalışıyorum.

Uzun zamandır Topkapı Sarayı’nı yeniden gezmek istiyorlardı. Sanırım Muhteşem Yüzyıl’ın bunda büyük etkisi var.

Kuzenim, ailesi ve de Ankara’da yaşayan samimi arkadaşı/ arkadaşımız da bize katılacaklarını söylediler. Aslında sıcak basmadan sabah erkenden gidecektik, ama onlar ancak öğlen geliriz deyince biz de gezimizi öğlen en sıcak saate erteledik.
Önce İbrahim Paşa Sarayı’nı görmek istedi benimkiler, sarayın önüne kadar gittik, ama el sanatları sergisi/pazarı tadında bir şeyler vardı ve eserin panoramik görüntüsünü almak mümkün olamadı.

İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılan bu binayı bir gün ayrıca gezmek üzere sözleşip olaysızca dağıldık.
Ardından her Sultanahmet’e geldiğimizde yaptığımız gibi Sultanahmet Köftecisi’ne gittik. Köfteler süperdi, servis, ortam hepsi harika, ama köfteler benim boğazıma dizildi. İçerde salonu, üst katları da toplarsak en 150 kişi vardır, hiçbir masa boş değil, kapıda gidiş geliş kuyruğu inanılmaz yoğun, ayrıca paket servis yaptıranlar var ve kredi kartı dahi geçmiyor, sadece nakit çalışılıyor.
Köftenin porsiyonunun 11 TL, piyazın da 5 TL olduğunu söylersem, sanırım orada gerçekleştiren performansın yüksekliğini ve köftenin neden boğazıma dizildiğini anlarsınız. (Neden babam bana böyle bir tezgah bırakmadı ki)

Ben Müze Kart kullanıyorum, sorunum yok ama, kızlar 18 yaş altı olduğundan ücretsiz bilet alarak tarihi eserlere girebiliyor ve bilet kuyruğu inanılmazdı. Aslında daha girerken içeride yaşanacakları anlamam lazımdı ama kondurmak istemedim.

Üç dört senedir gitmiyordum sanırım Topkapı Sarayı’na..İnanılmaz güzel düzenlenmiş, o dağınıklık o karmaşa gitmiş, bir senaryo bir düzen olmuş. Hatta yerlere bile direk basılmıyor, camlarla kaplanmış. Hala restorasyonda olan bölümler de var.

Ancak içerisi o kadar kalabalıktı ki, özellikle Mukaddes Emanetler bölümünde ben birçok esere yaklaşamadım bile. Öyle bir izdiham vardı ki inanamazsınız. Kızlar ufak tefek olduklarından aralardan sızıp bana göre daha fazla eser inceleme fırsatı buldular.
Hazine dairesi de üç bölüme ayrılmış. İkinci ve üçüncü bölüme girmek için kapıda kuyruklar var ve güvenlik belli bir sayıda kişiyi içeri alıyor. Sıcaktan ve kalabalıktan üçüncü bölüme girip sadece Kaşıkçı Elması’nı görüp, bu bölümdeki diğer eserleri izleyemedik. Zaten bu arada kuzen ve ekibi de gelmiş bizi Hürrem Hamamı’nda bekliyordu.

Önümüzdeki günlerde bir kez daha gidip eksik kalan bölümleri tamamlamaya karar verdik.

Çıkışta, çay kahve içmeyi çok sevdiğim Caferağa Medresesi’ne gittik. Kalabalık da değildi, süperdi.

Oturduk uzun uzun sohbet ettik. Hasret giderdik. Fikir teatisinde bulunduk.
Bir süre sonra kalktık, Sultanahmet’in denize doğru tarafında değişen çehresini, yeni açılan küçücük rengarenk otelleri, cafeleri restoranları görmek için yürüyüş yaptık.

Samatya Meydan’da açıkhavada, rüzgar sonunda serin serin eserken ızgara sardalya yemek ise günün en keyifli bölümlerinden biriydi. Çocuklar salatayı bile yağmaladılar, o kadar acıkmışlardı demek ki..



Akşam eve dönerken yüzüme yerleşen gülümseme neden diye mi soruyorsunuz? Kuzenimin anlattığı hikayeden dolayı tabii..

Kuzenimin eşinin çok samimi bir arkadaşı var. Arkadaşının babası imammış. Bir gün gelmişler kapısını çalmışlar.

-Hoca efendi, lütfen gel, annemiz çok hasta, ölüyor, gel annemin  başında dua et ki kadıncağız huzur içinde ölsün.
Adamcağız kalkmış gitmiş, oturmuş, duasını etmiş, ama bakmış vaziyet de hakikaten kötü, çaktırmamış, duası bitince kalkmış.
Evine dönerken tam kapıda hasta yakınlarına:
-Şimdiden başınız sağolsun.
Demiş.

***
İstanbul her zaman, her saat, her yeriyle hep güzel..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İlginizi Çekebilir;

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...