Hepimiz küçükken, hele de o zamanın koşullarında ilginç oyunlar bulmuşuzdur kendimize..
Hele de benim gibi tek çocuksanız, evde oyun arkadaşı yoksa, eviniz sobalıysa veya kendi odanız yoksa, oturma odası ya da salonda, eldeki malzemeleri maksimize ederek kendinize göre bir şeyler uydurursunuz.
Hepimizin, eminim hepimizin oynadığı bir oyundan bahsetmek istiyorum bugün.
İki tane sandalye alınır, sırtsıra karşılıklı konur. Üzerlerine mevsim koşullarına göre battaniye ya da çarşaf örtülür.
Veee, en ilkel haliyle bir çadırınız, yani eviniz olmuştur.
Neredeyse tüm çocuklar bu çadır oyununu oynar. Oysa onlara kimse bu oyunu oynamalarını dikte etmemiştir.
Ben bu oyunun içgüdüsel olarak oynandığını ve göçebe ruhumuzdan kaynaklandığını düşünüyorum. Yani Orta Asya'daki atalarımızla daha çocukken kurduğumuz bir bağlantı sanırım.
Çocukluğumda annem çalıştığından ve bana anneannem ve dayımın eşi yani yengem baktığından, çadır temalı oyunlarım hep Çanakkale'de saat kulesinin karşısındaki iki katlı evde geçer. Ne yazık ki o ev şu anda yok, yerinde bir banka şubesi ve üzerinde kocaman bir apartman var, ama Çanakkale'ye her gidişimde yine de uzaktan baktığım ve anılarımı tazelediğim o ev çocukluğumun en güzel günlerini barındırır.
Çadırın altında genellikle bir kız olarak oyuncak bebeklerle oynamam beklenir.
Ama ben evin kedisi Garip (o kedi de benim zorumla alınmıştı, ben üniversiteye giderken öldü) ile oynardım genelde.
Hatta anneannemin anlattığı, teyzemin kedisini kundaklaması gibi operasyonlar da denediğimi, ama girişimimin birkaç tırmık darbesiyle geri püskürtüldüğünü hatırlıyorum.
Eğer mevsim yaz ise, çadır olayına da gerek kalmazdı.
Dayımla yengemin yatağındaki kocaman cibinlik, en değme çadırdan daha afilliydi benim için.(Cibinlik kavramını aramızda bilmeyenler olabilir diye söylüyorum, zira şu anda lüks otellerin havalı butik odaları dışında karşılaşıldığını görmedim. Cibinliği kısaca böcek ve sivrisineklerden korunmak adına yatağa gerilen tül ya da o dönemki kullanımıyla mermerşahi ince kumaş olarak tanımlayabiliriz.)
Hala görüşmeye ve tatillere çıkmaya devam ettiğim çocukluk arkadaşımla beraber bu cibinliğin altına girip oynamaktan bıkmadığımızı hatırlıyorum.
Çocukların çadır sevgisi, günümüzde tabii ki paraya tahvil edilmiştir.
Oyuncak ve çocuk malzemeleri satan mağazalarda plastikten yapılmış, bazen içi toplarla dolu çadırlar bulunmaktadır. Hatta iki arkadaşımın çocuğuna hediye olarak götürdüğüm bu malzeme, çocuklar tarafından büyük beğeni toplamıştır.
Ama şimdi düşünüyorum da, aslında ne büyük hata etmişim. Hem çocuklara petrol ürünü kokulu iğrenç bir plastik vermişim, hem de asıl yaratıcılıklarının gelişmesine engel olmuşum.
Öyle ya, o çocuklar, benim yüzümden belki de evde kendi mühendislik ürünleri olan çadırları kurmadılar, benim götürdüğüm ürünle yetinmek zorunda kaldılar, bilmiyorum..
Türk'ün çadırla imtihanı kolay kolay bitmez. Deprem kuşağı olan ülkemizde yaşanan depremlerde bazen yıllarca yuva olur çadırlar..Ya da toplumumuzun renkli ve göçebe olmayı seven bazı etnik grupları, ev aramaz çadır sever.
Üniversiteden mezun olduktan sonra evlenmeden önce eşim bir süre arkadaşlarıyla ev tutmuştu. Kaloriferi olmayan oldukça soğuk bir evdi. Evin salonu hem çok büyüktü hem de kuzeye bakıyordu ve asla ısınmıyordu.
Soğuk bir gün onları ziyarete gittiğimde eşimin yurt dışından sipariş ettiği, o zamana göre lüks sayılabilecek çadırının salonun ortasında olduğunu görmüştüm.
Ev arkadaşı soğuktan korunmak için geceleri orada mı yatıyordu, yoksa çocukluk anılarını mı tazeliyordu, şu an bilemiyorum.
Şimdi kalkın, eşiniz, anneniz, çocuklarınız eve gelmeden salona sandalye ve battaniyelerden bir çadır kurun. Bir fincan çay ve kuruyemiş de alın yanınıza, televizyonu açmayın, sadece sohbet edin ve eski günleri anın.
Çadırınızın sevgi dolu olması dileğiyle..
Not : Resimdeki çadır, "Holiday" filminde Jude Law'in kızlarıyla beraber oynadığı çadırdır.
Hele de benim gibi tek çocuksanız, evde oyun arkadaşı yoksa, eviniz sobalıysa veya kendi odanız yoksa, oturma odası ya da salonda, eldeki malzemeleri maksimize ederek kendinize göre bir şeyler uydurursunuz.
Hepimizin, eminim hepimizin oynadığı bir oyundan bahsetmek istiyorum bugün.
İki tane sandalye alınır, sırtsıra karşılıklı konur. Üzerlerine mevsim koşullarına göre battaniye ya da çarşaf örtülür.
Veee, en ilkel haliyle bir çadırınız, yani eviniz olmuştur.
Neredeyse tüm çocuklar bu çadır oyununu oynar. Oysa onlara kimse bu oyunu oynamalarını dikte etmemiştir.
Ben bu oyunun içgüdüsel olarak oynandığını ve göçebe ruhumuzdan kaynaklandığını düşünüyorum. Yani Orta Asya'daki atalarımızla daha çocukken kurduğumuz bir bağlantı sanırım.
Çocukluğumda annem çalıştığından ve bana anneannem ve dayımın eşi yani yengem baktığından, çadır temalı oyunlarım hep Çanakkale'de saat kulesinin karşısındaki iki katlı evde geçer. Ne yazık ki o ev şu anda yok, yerinde bir banka şubesi ve üzerinde kocaman bir apartman var, ama Çanakkale'ye her gidişimde yine de uzaktan baktığım ve anılarımı tazelediğim o ev çocukluğumun en güzel günlerini barındırır.
Çadırın altında genellikle bir kız olarak oyuncak bebeklerle oynamam beklenir.
Ama ben evin kedisi Garip (o kedi de benim zorumla alınmıştı, ben üniversiteye giderken öldü) ile oynardım genelde.
Hatta anneannemin anlattığı, teyzemin kedisini kundaklaması gibi operasyonlar da denediğimi, ama girişimimin birkaç tırmık darbesiyle geri püskürtüldüğünü hatırlıyorum.
Eğer mevsim yaz ise, çadır olayına da gerek kalmazdı.
Dayımla yengemin yatağındaki kocaman cibinlik, en değme çadırdan daha afilliydi benim için.(Cibinlik kavramını aramızda bilmeyenler olabilir diye söylüyorum, zira şu anda lüks otellerin havalı butik odaları dışında karşılaşıldığını görmedim. Cibinliği kısaca böcek ve sivrisineklerden korunmak adına yatağa gerilen tül ya da o dönemki kullanımıyla mermerşahi ince kumaş olarak tanımlayabiliriz.)
Hala görüşmeye ve tatillere çıkmaya devam ettiğim çocukluk arkadaşımla beraber bu cibinliğin altına girip oynamaktan bıkmadığımızı hatırlıyorum.
Çocukların çadır sevgisi, günümüzde tabii ki paraya tahvil edilmiştir.
Oyuncak ve çocuk malzemeleri satan mağazalarda plastikten yapılmış, bazen içi toplarla dolu çadırlar bulunmaktadır. Hatta iki arkadaşımın çocuğuna hediye olarak götürdüğüm bu malzeme, çocuklar tarafından büyük beğeni toplamıştır.
Ama şimdi düşünüyorum da, aslında ne büyük hata etmişim. Hem çocuklara petrol ürünü kokulu iğrenç bir plastik vermişim, hem de asıl yaratıcılıklarının gelişmesine engel olmuşum.
Öyle ya, o çocuklar, benim yüzümden belki de evde kendi mühendislik ürünleri olan çadırları kurmadılar, benim götürdüğüm ürünle yetinmek zorunda kaldılar, bilmiyorum..
Türk'ün çadırla imtihanı kolay kolay bitmez. Deprem kuşağı olan ülkemizde yaşanan depremlerde bazen yıllarca yuva olur çadırlar..Ya da toplumumuzun renkli ve göçebe olmayı seven bazı etnik grupları, ev aramaz çadır sever.
Üniversiteden mezun olduktan sonra evlenmeden önce eşim bir süre arkadaşlarıyla ev tutmuştu. Kaloriferi olmayan oldukça soğuk bir evdi. Evin salonu hem çok büyüktü hem de kuzeye bakıyordu ve asla ısınmıyordu.
Soğuk bir gün onları ziyarete gittiğimde eşimin yurt dışından sipariş ettiği, o zamana göre lüks sayılabilecek çadırının salonun ortasında olduğunu görmüştüm.
Ev arkadaşı soğuktan korunmak için geceleri orada mı yatıyordu, yoksa çocukluk anılarını mı tazeliyordu, şu an bilemiyorum.
Şimdi kalkın, eşiniz, anneniz, çocuklarınız eve gelmeden salona sandalye ve battaniyelerden bir çadır kurun. Bir fincan çay ve kuruyemiş de alın yanınıza, televizyonu açmayın, sadece sohbet edin ve eski günleri anın.
Çadırınızın sevgi dolu olması dileğiyle..
Not : Resimdeki çadır, "Holiday" filminde Jude Law'in kızlarıyla beraber oynadığı çadırdır.
Çanakkalede saat kulesinin yanındaki o 2 katlı evi ben de hiç unutamıyorum. Cumbası vardı, ya da benim aklımda öyle kalmış, orada bebeklerimizle oynardık, koştururken tahtaların sesi ve verdiği his hala canlı...
YanıtlaSilPlastik bebeklerimize annelerimiz ne elbiseler, montlar dikerdi, hatta küçücük kazaklar örerlerdi. Kendi kendimize de dikmeye çalıştığımızı çok net hatırlıyorum. Bebeği kumaşın üzerine koyup patron çıkarmaya çalışmıştım, tabii o patronla diktiğim pantolona bebeğin ayakları bile girmemişti.
Naylon torbadan kestiğimiz alt bezlerini hatırlar mısın peki? Pampers falan yoktu o zamanlar, biz de alt bezini öyle bilirdik.
Düşününce şimdi çocuklarımızınki gibi türlü çeşit oyuncağımız yoktu, ama öyle güzel oyunlar oynuyormuşuz ki hala capcanlı duruyor anılarımız arasında...
İnşallah bizim kızlarımız da büyüdüklerinde bu yaşlarında beraber geçirdikleri vakitleri,senin benim andığımız gibi güzel hatırlarlar..İyi ki varsın..
YanıtlaSil