Gençliğimden beri Batı müziği, pop, klasik ve rocktan hoşlanan ben, son günlerde kendimi bir fantazi ve arabesk müzik rüzgarına kaptırmış gidiyorum.
Leyla ile Mecnun'da arabeskin devlet eliyle yasaklanmasına inat mıdır nedir (bakınız bu haftaki ve geçen haftaki bölümler), kendimi, özellikle yazılarımı yazarken bilgisayarda, aslında çocukluktan beri çok iyi bildiğim, ama dinlemeye burun kıvırdığım İbrahim Tatlıses, Müslim Gürses, Selami Şahin gibi sanatçıları dinlerken buluyorum. (Annem duymasın esefle kınar beni.) (Şu anda Metin Şentürk'ten Sitem'i dinliyorum mesela..)
http://fizy.com/#s/3y5r7n
Her neyse..
Geçenlerde de bahsettim, geçen senelerde hiç seyretmezdim ama, bu sene "O Ses Türkiye"'yi nedense her hafta izliyorum. Hoşuma gidiyor. (Geçen haftaki Tarkan bestesi olan "Kor" adlı şarkı üzerinden yapılan düelloyu seyretmenizi tavsiye ederim, gerçekten çok çok başarılı bir performanstı.)
Seçmeler bitti ve artık düellolar başladı. Programı izlemeyenler için kısaca anlatayım. Yarışmaya katılmak isteyenler bir şarkı seçip orkestra ile beraber çalışıyorlar ve hazırlandıkları parçayı söylüyorlar. Dört jüri, sadece sese dikkatlerini verebilsinler diye arkaları dönük şekilde dinliyorlar ve eğer beğendilerse ve oluşturacakları 25 kişilik takıma almaya değer bulurlarsa butona basarak dönüyorlar.
Baştan beri seyrederken katılımcılarla ilgili olarak dikkatimi çeken bir şey oldu.
Katılımcıların büyük bölümü Azerbeycan, Belçika, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde yaşayan Türk vatandaşlarıydı.
Peki neydi bunun nedeni?
Orada yaşayanlar daha mı yetenekliydi?
Aslında herkeste istatistiki olarak yetenek ortalaması aynı iken, yurt dışında yaşayan Türkler daha mı eğitimliydiler? (Zira sesleri son derece eğitimli, bu konuda tartışma konusu yok.)
Yoksa ve benim asıl dikkatimi çektiği şekilde sorun yine dönüp dolaşıp bizim yetiştirme sistemimize mi dayanıyor? Yani biz çocuklarımızı çekingen, kendine güvenmeyen çocuklar olarak mı yetiştiriyoruz?
Çünkü Türkiye'den katılan yarışmacıların çoğu zaten profesyonel olarak müzik ile ilgilenen kişiler. Yani hayatlarını müzikten kazanıyorlar, sahne hakimiyetleri yüksek, bu nedenle de çekingenliklerini üzerlerinden atmışlar.
Ya da daha öğrenciler, ama konservatuvar okuyorlar dolayısıyla ses eğitimleri, sahne tecrübeleri var.
Aklımda, yüksek performans gösterenlerden çok fazla, sizin benim gibi sadece müzikle keyif için, zevk için uğraşan kişiler kalmadı. Sadece bir kişinin iyi bir firmanın İnsan Kaynakları departmanında çalışan biri olduğunu hatırlıyorum o kadar.
Nasıl böyle olmasın zaten.
Çocuklarımıza daha küçük yaşlarda ders çalışmaktan başka bir şey tavsiye etmiyoruz ki..
Keman öğrenmeye çalışan kızım her gün en az yirmi dakika çalmaya çalışıyor, ama buna zor vakit buluyor, zira 7 saat okul, 2 saat servis yol, eve gel yemek ye, verilen dağ gibi ödevleri yap, biraz da dinlen derken gün bitiveriyor.
Bu koşullar altında da kızıma keman çalışmak keyif değil zulüm gibi geliyor.
Futbolcu olmak isteyen çocuğunu sonuna kadar destekleyen bizler, müzisyen olmak isteyen çocuğumuza aynı desteği vermiyoruz.
Haa, futbol demişken, Almanya'da büyüyen Türk çocuklarının futbol yetenekleri ve becerileri de aslında müzikle ilgili bahsettiğim gibi bizlerden daha ileride ve futbolumuzu onlar kurtarıyorlar.Zira erken yaşta yetenekli olanlar keşfediliyor ve gereğince eğitim alıyorlar. Mahalle takımında oynarken birilerinin gelip onları keşfetmesini beklemek zorunda kalmıyorlar.
Gelmek istediğim nokta şu, onlar da Türk, biz de Türk isek, sanırım genlerden gelenlerle ilgili pek sorunumuz yok. Genetik miras aynı..
Sorun, eğitim eksikliği ve de asıl özgüven ve destek eksikliğinden kaynaklanıyor.
Bizim kuşak gibi ezik çocuklar yetiştirmeye devam etmememiz ve döngüyü kırabilmemiz dileğiyle..
Leyla ile Mecnun'da arabeskin devlet eliyle yasaklanmasına inat mıdır nedir (bakınız bu haftaki ve geçen haftaki bölümler), kendimi, özellikle yazılarımı yazarken bilgisayarda, aslında çocukluktan beri çok iyi bildiğim, ama dinlemeye burun kıvırdığım İbrahim Tatlıses, Müslim Gürses, Selami Şahin gibi sanatçıları dinlerken buluyorum. (Annem duymasın esefle kınar beni.) (Şu anda Metin Şentürk'ten Sitem'i dinliyorum mesela..)
http://fizy.com/#s/3y5r7n
Her neyse..
Geçenlerde de bahsettim, geçen senelerde hiç seyretmezdim ama, bu sene "O Ses Türkiye"'yi nedense her hafta izliyorum. Hoşuma gidiyor. (Geçen haftaki Tarkan bestesi olan "Kor" adlı şarkı üzerinden yapılan düelloyu seyretmenizi tavsiye ederim, gerçekten çok çok başarılı bir performanstı.)
Seçmeler bitti ve artık düellolar başladı. Programı izlemeyenler için kısaca anlatayım. Yarışmaya katılmak isteyenler bir şarkı seçip orkestra ile beraber çalışıyorlar ve hazırlandıkları parçayı söylüyorlar. Dört jüri, sadece sese dikkatlerini verebilsinler diye arkaları dönük şekilde dinliyorlar ve eğer beğendilerse ve oluşturacakları 25 kişilik takıma almaya değer bulurlarsa butona basarak dönüyorlar.
Baştan beri seyrederken katılımcılarla ilgili olarak dikkatimi çeken bir şey oldu.
Katılımcıların büyük bölümü Azerbeycan, Belçika, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde yaşayan Türk vatandaşlarıydı.
Peki neydi bunun nedeni?
Orada yaşayanlar daha mı yetenekliydi?
Aslında herkeste istatistiki olarak yetenek ortalaması aynı iken, yurt dışında yaşayan Türkler daha mı eğitimliydiler? (Zira sesleri son derece eğitimli, bu konuda tartışma konusu yok.)
Yoksa ve benim asıl dikkatimi çektiği şekilde sorun yine dönüp dolaşıp bizim yetiştirme sistemimize mi dayanıyor? Yani biz çocuklarımızı çekingen, kendine güvenmeyen çocuklar olarak mı yetiştiriyoruz?
Çünkü Türkiye'den katılan yarışmacıların çoğu zaten profesyonel olarak müzik ile ilgilenen kişiler. Yani hayatlarını müzikten kazanıyorlar, sahne hakimiyetleri yüksek, bu nedenle de çekingenliklerini üzerlerinden atmışlar.
Ya da daha öğrenciler, ama konservatuvar okuyorlar dolayısıyla ses eğitimleri, sahne tecrübeleri var.
Aklımda, yüksek performans gösterenlerden çok fazla, sizin benim gibi sadece müzikle keyif için, zevk için uğraşan kişiler kalmadı. Sadece bir kişinin iyi bir firmanın İnsan Kaynakları departmanında çalışan biri olduğunu hatırlıyorum o kadar.
Nasıl böyle olmasın zaten.
Çocuklarımıza daha küçük yaşlarda ders çalışmaktan başka bir şey tavsiye etmiyoruz ki..
Keman öğrenmeye çalışan kızım her gün en az yirmi dakika çalmaya çalışıyor, ama buna zor vakit buluyor, zira 7 saat okul, 2 saat servis yol, eve gel yemek ye, verilen dağ gibi ödevleri yap, biraz da dinlen derken gün bitiveriyor.
Bu koşullar altında da kızıma keman çalışmak keyif değil zulüm gibi geliyor.
Futbolcu olmak isteyen çocuğunu sonuna kadar destekleyen bizler, müzisyen olmak isteyen çocuğumuza aynı desteği vermiyoruz.
Haa, futbol demişken, Almanya'da büyüyen Türk çocuklarının futbol yetenekleri ve becerileri de aslında müzikle ilgili bahsettiğim gibi bizlerden daha ileride ve futbolumuzu onlar kurtarıyorlar.Zira erken yaşta yetenekli olanlar keşfediliyor ve gereğince eğitim alıyorlar. Mahalle takımında oynarken birilerinin gelip onları keşfetmesini beklemek zorunda kalmıyorlar.
Gelmek istediğim nokta şu, onlar da Türk, biz de Türk isek, sanırım genlerden gelenlerle ilgili pek sorunumuz yok. Genetik miras aynı..
Sorun, eğitim eksikliği ve de asıl özgüven ve destek eksikliğinden kaynaklanıyor.
Bizim kuşak gibi ezik çocuklar yetiştirmeye devam etmememiz ve döngüyü kırabilmemiz dileğiyle..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder