26 Ocak 2012 Perşembe

Nüfus Cüzdanı ve Döpiyes


Tatilde kalacağımız otele giriş yaparken, her otelde  olduğu gibi kimlik istediler. Biliyorsunuz otellerde kalırken mutlaka kimlik fotokopisi alınıyor, polisle ve hatta interpol’le paylaşılıyor. Bu bir zorunluluk....

Çok normal ve doğru..

Ancak bırakılan kimliklerin fotokopilerinin başkalarıyla paylaşılması, satılması ve hatta bu kimlikler  üzerinden kredi kullanılması, dolandırıcılık yapılması gibi nedenlerle, kimliği verip fotokopisi alınana kadar bekleyip, hemen geri alınmasının doğru olduğu konuşulmaya başlandı.

Beraber tatil yaptığımız arkadaşımız da bu konuda hassastı. Resepsiyon görevlisine bekleyeceğini ve kimliğini hemen geri almak istediğini söyledi.

Geri de aldık.

***

Bu olay yaşanırken aklıma yaklaşık bir buçuk sene önce yaptığım bir iş gezisi ve oradaki anılarım geldi.

İş gezisi için Erzincan’a gitmiştim. Ramazan ayıydı, iftarımızı yaptık, ben sabah uçak 7’de olduğundan, ben de ona binebilmek için sabah 5.30 da kalktığımdan yorgundum ve iftardan sonra hemen otelime dönmek istedim.

Otele gittiğimizde resepsiyonda benden kimliğimi istediler. Birkaç dakika beklememi, fotokopisini alıp geri vereceklerini söylediler.

Ben de beklememek için :

-Acelesi yok, sabah çıkarken alırım .

Dedim.

Yanımda, işyerimin o bölgeden sorumlu müdür arkadaşım Nagehan Hanım  vardı. Nagehan Hanım bana dedi ki:

-Yok, olmaz, kimliğinizi alın, başucunuza koyun, öyle uyuyun. Burası Erzincan, burası deprem bölgesi, gece ne olur bilinmez, gece deprem olur da başınıza bir şey gelirse, arkanızdan kim olduğunuz belli olur.

O anda bende soğuk duş etkisi yapan cümlenin üzerine  sonradan düşündüm. Bizler için deprem sadece televizyonda izlediğimiz bir olay, oysa Erzincanlıların hayatının bir parçası. Bu nedenle de hayatlarının her anını ona göre organize ediyorlar. Yani bana ilk anda itici gelen bu uyarı, aslında gayet iyi niyetli bir şekilde yapılmış bir uyarı.

***

Aynı gece, Ramazan olduğundan, sahurda bir şey yiyip yiyemeyeceğimi sordum resepsiyona..

Beni gece telefonla uyandırıp sahura çağırabileceklerini söylediler. Sabah kahvaltısında yaptıkları açık büfeyi gece sahurdan itibaren kuruyorlarmış. Ben de huzurla ve biraz da yorgunlukla erkenden yattım uyudum.

Gece telefon çaldı, kalktım. Sahura çağırılıyordum.

O an fark ettim ki, ben iş gezisine gelmiştim, yanıma sadece takım elbise vb gibi  iş kıyafeti almıştım, bir de gecelik.

Gece saat 4 tü ve ben otelin yemek salonuna gidip bir şeyler yemek durumundaydım.

Ama üstüme giyebileceğim ya dantelli geceliğim :),ya da etek, ceket, gömlek ve topuklu ayakkabıdan oluşan iş kıyafetim vardı.

Çok zor bir karar aşamasındaydım.

Doğal olarak takım elbiseyi seçtim. Gecenin 4 ünde, evimden 1000 km uzakta , bir otelin yemek salonunda, gayet karizmatik :) bir giysiyle sahur yapıyordum.

Ama olsundu. Önemli olan kurumumu en doğru şekilde temsil etmekti. Herkes bana bakıyor ve çaktırmadan gülüyordu.

Deprem uyarısı nedeniyle soğuk duşla başlayan o gece, hiç de unutamayacağım bir şekilde, yüzümde büyük bir gülümsemeyle sonuçlanmıştı.

Hayatın kendisi de bu değil miydi zaten? Acıları da minik gülümsemeleri de nakşetmek değil miydi hayatın içine??

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İlginizi Çekebilir;

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...