Geçenlerde arkadaşımdan bir mail geldi.
Mail kızı olanlara yollanmıştı, hatta benden eşime de iletmemi istedi.
Kendisinin oğlu var ya, aklınca beni kızdırıyor. Başlık “Kız Babası”
Maildeki karikatüre bakınca aklıma aslında başka şeyler geldi…
Aslında bu masalları hepimiz biliriz.
Ben çocukken annem bana anlatırdı, ben de kızlarıma anlattım.
Muhtemelen benim kızlarım da çocuklarına anlatacaklar diyeceğim.
Ama, aslında anlatmasalar sanki daha iyi. Bazı masalların “yeniden yapılandırma “ sürecinden geçmesi gerektiğine inanıyorum.
Misal, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler..
Annenin tek derdi aynada kendine bakmak, güzellik olsun, seni takmasın, sen de mecbur, prensesken git, daha evini toplamayı, yemek yapmayı beceremeyen, yani öz bakımını bile yapamayan 7 tane saygısız kaba saba adama hizmet et.
Sonunda da kendi kendine kurtulama, elin adamı gelsin, yani “prens” gelsin, seni kurtarsın..
Külkedisi’ne gelelim.
Bu kızın da tek özelliği güzel olması. İki ablası var, onların suçu da çirkin olmak. Çirkin oldukları için de kötü kalpliler, Pamuk Prenses güzel ya, mutlu olmayı hak eden o, iyi olan o, ablalar değil..
Partiye gitmek için akıl almaz türlü numaralardan, bal kabağı arabalardan, fare atlardan filan bahsetmeyeceğim, ama merdivendeki ayakkabıya gelince orada duruyorum. Ayakkabı sayesinde prens onu buluyor. Peki neden onu bulmak istiyor? Çok güzel çünkü.
Sohbeti çekiliyor mu, esprili mi, kafa birisi mi, ağzı kokuyor mu, hiçbir ehemmiyeti yok. Maksat güzel olsun..
Daha çocukluktan beri anlayamadığım bir nokta daha var. Dünyadaki bütün kadınlar hadi olsun olsun 34-43 numara arası ayakkabı giyiyordur. Hatta ağırlık 37-38. Ayakkabıcılarda bu numaralar hemen biter, oradan biliyorum.
Peki bu durumda, Prens sırf ayağa olan cam ayakkabıdan o kızın Külkedisi olduğunu nasıl anlıyor, valla helal olsun. Mesela kızın ayağı 37 ise, bu mümkün değil..
Haydi her şeye rağmen Külkedisi’ni buldu diyelim. Kızı bulunca da bir flört dönemi, birbirlerini tanıma, nişan bohçası, tek taş filan yok, direk rahibin önüne, hastalıkta sağlıkta olayı…
Rapunzel masalı ise başlı başına bir trajedi. Çocuğu olmayan aile tedavi olmak, doktora gitmek yerine işe yan bahçeden marul çalarak başlıyor. Marul sayesinde hamile kalan kadın kızına yediği marul cinsinin adı olan Rapunzel’i veriyor.
Sonra marulların sahibi cadı, aileden Rapunzel’i alıyor ve bir kuleye kapatıyor. Kuleden dışarı çıkması mümkün olmayan Rapunzel çareyi saçını uzatmakta buluyor ve eve bu suretle “prens “ almaya başlıyor. Cadı bunu anlayınca çöllere filan düşüyor, kör oluyor vb vb..Türk filminden farkı yok. Ancak yine kendisi kurtulamıyor, onu da gelip Prens kurtarıyor.
Kızlarımıza daha bebekken kendi kendine yetememeyi, aciz olmayı, onu kurtaracak prensi beklemeyi, parti için gece evden kaçmayı, eve adam almayı vb vb anlatıyoruz, sonra da büyüyünce ve bunları yapınca kızıyoruz.
Aslında suç bizde mi, ne dersiniz??
Buna rağmen hiç birimiz aciz, sapık ,kendi ayakları üzerinde duramayan ve başkalarına bağımlı yaşayan kadınlar olmadık..
YanıtlaSil((nekadar garip değil mi... (!) ))
Sevgili Tuluğ,ne yazık ki ben senin kadar iyimser olamıyorum,ortalık kendi ayakları üzerinde duramayan bir sürü iyi eğitimli kızla dolu,umarım sen haklı çıkarsın..
YanıtlaSil